“Dert bir olaydı, ağlaması golaydı!” der Azeriler. Biz de, “Ağla da içindeki ağuyu akıt” diye teşvik edilirdik gözyaşı dökmeye.

Derdiniz “1” olsun da ağlayabilin istiyorsanız; BirGün gibi gazeteleri, RTÜK’ün artema muamelesi yaparak açıp kapattığı muhalif kanalları izlemeyin! Yandaşları izleyin yalnızca. Nasılsa “0 dert” yayın yapacak değiller, “1” dert bulursunuz onlarda!

İşte Yeni Şafak; sonunda müridinin 12 yaşındaki kızına yapmadığını bırakmayan tarikat şeyhini “1 dert” edinip manşetine doladı.

Onun dışında; gelsin dev açılışlar, gitsin bütün ekonomiler küçülürken bizimkinin büyümesi… Dünya koronadan kırılırken bizde her şeyin kontrol altında olması… Havada, karada, denizde kâh petrol, kâh gaz bulmamız... Dış politikada Yunan, Fransız her kim çıkarsa önümüze had bildirmemiz… Aşıyı da yaptık yapacağız haberleri… Yerli ve milli elektrikli otomobilimize binmeye az kaldı… Uzaya uydu gönderdik zaten. Uçak uçurmak ne kelime, ülkeyi uçuruyoruz.

Dolarla maaş almıyorsanız, dolar borcunuz yoksa dolar yükseliyormuş ne gam, değil mi? Eh, gazeteci de gamsız olunca, “Tamam, doların yükselmesini dert etmeyelim de, TL’nin batışı da mı sorun değil? Hem maaş TL ile, hem de borç.” demiyor.

Dese; yıl başından bu yana TL’nin Avro’ya karşı yüzde 31,9, İngiliz Sterlini’ne karşı yüzde 37 değer kaybettiği ortaya çıkacak. “Ya, tabii, onlar… Çok önemli…” itiraz edildiğinde; “Pakistan Rupisi’ne karşı yüzde 17,2, Rumen Leyi’ne karşı yüzde 23, Bulgar Levası’na karşı da yüzde 31,5 değer kaybetti paramız, bu da mı gam değil?” diye sorabilmek için gazeteci olmak gerekiyor.

Gazeteci olunca, işsizliği yazmak gerekiyor! Türkiye’de 15 yaşın üzerinde 62 milyon 421 kişi yaşadığını, bunların ancak 25 milyon 858 bininin işi olduğunu yazmak gerekiyor!

Gazeteci olunca, yoksulluğu yazmak gerekiyor! Mevcut koşullar içinde tutunamayanların intihar ettiğini, kendini yaktığını, tutunabilenlerin krediye yüklendiğini; geçen yılın ağustos ayında 218,7 milyar lira olan ihtiyaç kredilerinin yüzde 67,1 artarak 365,7 milyar liraya çıktığını yazmak gerekiyor.

Gerçek korona hallerimizi sadece bakanın açıklamalarından değil; hekimlere, sağlık emekçilerine, değişik üniversitelerden hocalara, hastane hastane dolaşıp yer bulamayan hasta yakınlarına sorarak öğrenmek gerekiyor.

Bunları yapmadığınızda, “Basın” yazan kartınız olsa da gazeteci olunmuyor. Yazdıklarınıza, söylediklerinize de inanan olmuyor. Araştırmayla sabit; açıklanan korona verilerine AKP’lilerin yüzde 33,7’si, MHP’lilerin yüzde 37,4’ü inanmıyor! Gerisini siz düşünün.

Bu yazı yazılırken, dün ikinci kez yargıç karşısına çıkan gazeteci arkadaşlarımız hakkındaki karar henüz belli değildi. Ancak, savcının tutuklu kalmalarını istediği, 19 yıl demir kapılar altında tutulsunlar dediği belliydi.

Neden? Libya’da yaşamını yitiren bir MİT mensubunun cenaze törenini haberleştirdiler diye… Böyle haberler yazılmasa, tek kayıp vermeden Libya’yı kurtarır, gider Şam’da namaz kılardık!

Dert bir değil işte… Dün yargıç karşısına çıkan meslektaşlarımız Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu, Hülya Kılınç, Murat Ağırel, Aydın Keser, Ferhat Çelik de, akla zarar suçlamalarla cezaevinde tutulan Müyesser Yıldız da “dertli gazeteciler.” Memleketin derdini dert edilen, memleketin içindeki ağuyu yazarak akıtan gazeteciler.

Ya büyüklere masallar anlatanları dinleyip hikayelerinden “1 dert” bulup ağlayacaksınız ya da gerçeğin sesi bu gazetecilere sahip çıkacaksınız… Sahip çıkacaksınız ki, ağlamaktan fazlası da yapılabilsin.

Şu kesin; gazetecilik tutsak oldukça demokrasiniz de aksak olacak! Tabii, demokrasi falan kalırsa.