Deterjan reklamlarının vazgeçilmez malzemelerinden biri kandır; özellikle 90’lar boyunca ‘inatçı lekeler” dendiğinde çimen ve kahveyle birlikte kan da anılmazsa olmaz.

Aslında reklam dünyası açısından hiç de rasyonel bir seçim değildir bu: Tamam, gömleklerimizde her hafta devasa kahve lekeleri olabilir diyelim; sıkışıp kaldığımız kent yaşamına rağmen çimen lekesi de olsun, kabul; peki kanla ilgili her türlü çağrışımdan özenle kaçınılan, ped reklamlarında bir tek damla bile kırmızı gösterilmeyen bir iletişim ortamında beyaz bir gömleğin üstündeki o kadar kanın kaynağı nedir? O deterjan reklamında gördüğümüz evde yaşayan insanların gömlek ve tişörtlerine o zorlu kan lekeleri nereden, nasıl gelmiş olabilir?..

O zamanlar benim için tuhaflık sadece bu ‘reklam kanı’nda değil, toplumsal düzeyde bunu garipseyen kimsenin olmamasında da yatıyordu. Ama artık hiç tuhaf gelmiyor, şimdi bunun kapitalizmin kanla ilişkisine dair sosyo-ironik bir tespit olduğunu düşünüyorum. Hayatının her anı şiddetle örülü bir toplumda, hele her gün kanlı gömleklerin ana-babalara teslim edildiği coğrafyalarda bu reklamların mantığını daha kolay kabullenebiliyor insan...
•••
2002 yılının Temmuz ayında İngiliz polisi Norfolk Costessey’de bir eve baskın yaptı. Evde yaşayan 40 yaşındaki adam 400’den fazla çim biçme makinesi çalmış ve bunları evine yığmıştı. Ama asıl ilginç olan, makineler yüzünden yaşanabilir bir mekân olmaktan çıkan evin önündeki çimlerin haftalardır biçilmemiş olmasıydı.

Neden? Adam komşularını neden makinesiz bırakıyordu?
Birçok açıklama arasında en makul olanı şuymuş gibi görünüyor: Adam çimlerini biçmeden bahçesini öylece bırakmak istiyordu. Çimler artık sağlıklı biçimde yeşermeyecekti ama adamın istediği belki tam da buydu. Fakat başka evlerin çimlerinin biçilmesini de istemiyordu, kendi evinin çimleri zavallı bir durumdayken mahalledeki diğer bahçelerin güzel ve sağlıklı görünmesine izin veremezdi. Bu yüzden tüm ‘çim biçme gücü’nü ele geçirdi ve insanları -komşularını, hemşerilerini- kendi bahçe anlayışına, kendi mahalle anlayışına, kendi yaşam anlayışına mahkûm etmek için uğraştı. Tipik iktidar hastalığı...
•••
İktidarlar toplumları kolayca kandırabilir; Goebbels’inki gibi propaganda yöntemleri kullanarak onlara kanlı gömleklerin son derece doğal olduğu düşüncesini -’’Bu ülke şehit kanlarıyla sulandı, bundan sonra da şehit kanlarıyla sulanmaya devam edecek.”- kabul ettirebilir ya da bahçeleri -yaşam alanlarını, tüm dünyayı!- eşit biçimde güzelleştirmek yerine hepsini mahvederek hastalıklı bir eşitlik algısı yaratabilir. Ama sadece belli bir süre için!..

Sonra o gün gelir: Evladı öldürülmüş tüm ana-babalar o tuhaf gaflet uykusundan uyanır, “Bakalım hangi deterjanla temizleyebileceksin!” deyip evlatlarının kanlı gömleklerini sarayın önüne yığarlar. O koca binanın sararmış kararmış çimlerini biçer, sonra tıpkı çocuklarını zalime karşı korumaktan başka bir şey düşünmeyen Yaşar Usta gibi, dönüp arkalarına bile bakmadan giderler.