“Trump entelektüel değil. Tuvalete kitapla da girmiyor. Trump’ı bir yıllığına Stephen Hawking’le aynı hücrede hapsetseler, 365. günün sonunda Hawking güzel modeller ve futbol hakkında konuşabilir ama Trump fizik hakkında bir tek şey bile öğrenememiş olur.” (Matt Taibbi, President Trump, Seriously, Rolling Stones, Şubat 2016)

Başkanlık yarışı sırasında Trump’ın kampanyasını adım adım takip eden Matt Taibbi yukarıdaki tanımı içeren yazıyı yayımladığında Trump henüz başkan değildi -ve Taibbi olamayacağını düşünüyordu. Babasından devraldığı emlak ve inşaat işleriyle servetine servet katan, insanlığın kültürel tarihine ancak NBC televizyonunda yaptığı The Apprentice (Çırak) adlı reality show programında yarışmacılara tam bir patron edasıyla söylediği “You’re fired!” (Kovuldun!) sözüyle geçen, hayatta paradan başka şeyler de kazanılabileceğini aklına bile getirmeyen, biraz tuhaf ama örneğin Dallas dizisindeki JR karakterini bilenler için bir o kadar da tanıdık bir Amerikalı zengindi. Böyle birini ülke yönetimine seçmek için ya ülkeden -ve dünyadan- nefret etmek ya da son derece acımasız bir espri anlayışına sahip olmak gerekiyor galiba, yoksa mahallenin en çakal emlakçısını niye muhtar yapmak isteyesiniz ki?!

Rakibi Demokrat Partili Hillary Clinton daha iyi değildi tabii, ama artık sanki hiç kimse Trump’tan kötü olamazmış gibi görünüyor: Hayatını sadece kendi çıkarını düşünmek üzerine kurmuş emlakçı, başkanlığının ilk yılı dolmadan yaptıklarıyla dünyayı iyice karıştırdı.

Uluslararası politikayı atalarının üç kıtada at koşturması hikayeleri üzerine kurduğu için kolayca ortalığı ateşe verebilen bir iktidarla yaşadığımızdan biz Türkiyeliler bunun etkilerini yakinen biliyoruz. Ama Trump’ın kişiliği ve politikası ülke ve dünyayı o kadar akıl dışı noktalara taşıyor ki, en demokratik yapımcısı dahi belli bir noktadan sonra muhafazakarlaşıp başkanların yaptıklarını meşrulaştıran Hollywood bile ne diyeceğini bilemiyor.

Eskiden böyle miydi ya! ABD başkanları ister Doğu Asya’yı kana bulasın, ister rakiplerinin oteline mikrofon yerleştirecek kadar alçalsın, ister dünyayı bir nükleer savaşın eşiğine taşısın, hiç sorun olmazdı. Hollywood her şeyi kılıfına uydurur, sağlam politik argümanlar sunamasa da en azından olay hakkında yaptığı filmlerle yaşananları meşrulaştırırdı. Hollywood’un ‘70-‘80leri hep bu tür filmlerle doludur: Yasalar gereğinden fazla eşitlikçi ve hümanist olduğundan ülkenin düzeni bozuluyor ama neyse ki bizim bu yasaların dışına çıkıp düzeni yeniden kuran kahramanlarımız var (Dirty Harry (1971) ve Death Wish (1974) serileri); teknolojik ve düşünsel yenilikler toplumsal yapımızı bozuyor, ama neyse ki geleceğimizi geçmişteki asli değerlerimiz üzerine inşa etmemiz gerektiğini biliyoruz (Back to the Future (1985) serisi); ‘60larda gençlerimiz biraz yoldan çıktı ama böyle gençlerin başına neler geldiğini herkes biliyor (çiçek desenli vosvos minibüsleriyle ana yoldan ayrılan hippi gençlerin nasıl cezalandırıldığını gösteren Texas Chainsaw Massacre (1974) başta olmak üzere ‘70-’80lerin neredeyse tüm korku filmleri)...

Söz konusu dönemde kötü politikacılarla ilgili filmler de yapıldı tabii, ama bunlar çoğunlukla eleştirel aklın değil komplocu zihinlerin ürünüydü. Mesela The Agency’de (1980) aslında Amerikan halkının kötü insanlara oy vermeyecek kadar bilinçli ve değerlerine sahip bir toplum olduğu, ama n’eylersiniz ki TVdeki eşikötesi (bilinçdışını etkilemeye yönelik) yayınlar yüzünden farkına varmadan bazen kötülere oy verdikleri anlatılıyordu. Ya da örneğin Soğuk Savaş’ın son günlerine denk gelen The Hidden (1987) adlı filmde istediği kişinin bedenine girip onu kukla gibi kullanabilen kötü uzaylının başkanlığa doğru emin adımlarla ilerleyen bir senatörü ele geçirme çabası anlatılıyordu. Tipik ‘Ne başkanlarımız kötüdür ne de halkımızın demokrasiyle sorunu vardır. Sadece bazen gençlerimiz dış mihrakların etkisine kapılabiliyor’ hikayeleri…

Şu an durum çok farklı; akla gelebilecek her şeyi istediği gibi dönüştürebilen Hollywood bile ‘deli başganlar çağı’nda ne yapacağını bilemiyor -en azından şimdilik...

Hollywood ne yapar, durumu nasıl hikayeleştirir bilemem ama, bu cahil ve deli ‘başgan’lar dünyayı öyle bir noktaya sürüklüyor ki, sadece Amerikalıların değil tüm dünya halklarının onların anlayacağı dille ‘kovuldun!’ diyerek bu çağı kapatacağı diyalektik bir süreci de besliyorlar. Halkların dünya tarihi böyle diyor.