Duyurmak dedim ama aslında duyuramamak…

Keşke, her gün onlarca kanal ve yüzlerce ağızdan haklarında hüküm verilen insanların, henüz bir yargı kararı da olmadan kendilerini mahkum edenlere karşı, aynı kanallardan seslerini birazcık duyurabilme şansı olsa.

Keşke, insanın kendini savunması bu kadar zor, birini suçlu ilan etmek bu kadar kolay olmasa.

Dört duvar arasında olduğunuzu düşünün; Kavala ya da Demirtaş gibi, her gün birbirinden ağır ve kanıtlanmış gibi yağdırılan iddialara karşılık verme şansınız olmasın…

Adaletin gözü ve kulağı kanıtlar dışında her şeye kapalı olsa, hadi neyse!

Elinde bir teraziyle heykellerini diktiğimiz adalet sembolü tanrıça Themis’in gözleri bağlıdır ki davalı ile davacıyı görmesin, kimliklerini bilmesin, kararının üzerine bir gölge düşmesin. Ama onun da kulakları açık işte.

Önünde dikildiği adliye binasının içinde yargılananlarla ilgili her gün her kanaldan söylenenleri duyuyor, ama dört duvar arasından onlara verilmeye çalışılan cevapları duyamıyor. Oysa, Themis’in bile, başka hiçbir baskı olmasa da, ağır bir kamuoyu baskısından etkilenmemesi mümkün değil.

Kavala’nın, Demirtaş’ın ve kim bilir adları onlar gibi bilinmeyen daha başka kimlerin avukatları, müvekkillerinin dört duvar ardındaki seslerini bir nebze dışarıya taşıyabilmek için çırpınıyorlar.

Demirtaş da, geçen gün, hakkındaki iddialara karşı cevaplarını, bir mektupla birlikte, belki duyulur diye bir grup insana, gazeteciye göndermişti.

Elbette bana ve HDP’ye yönelik eleştirileri büyük bir saygıyla karşılıyor, eleştirilere değer veriyor, onları anlamaya çalışıyorum.” diyerek, çoğu siyasetçide göremediğimiz çuvaldızı başkasına batırmadan iğneyi kendisi batıran bir yaklaşımla yazmış mektubunu: “Geçmişteki siyaset tarzımız, söylemimiz, pratiklerimiz konusunda özeleştirel yaklaşmak gerektiğine de samimiyetle inanıyorum. … Bizler dört dörtlük siyaset yaptığımızı iddia edersek sadece kendimizi kandırmış oluruz. Nihayetinde Türkiye bugün bu haldeyse her siyasi aktörün kendi ölçüsünde sorumluluğu var.”

Böylesi bir mektupla sesini dört duvarın dışına taşımaya zorlayanın “eleştiriler” değil, “iftira ve kumpasa dayalı linç kampanyası” olduğunu söylüyor: “Benimle ilgili medyada yazılan, çizilen, söylenen neredeyse her şey, bariz bir yalan ve iftiraya dayanmaktadır. Bazı sözlerim bağlamından koparılarak algı oluşturulmaya çalışılmıştır. Hakkımdaki tüm kumpas suçlamalarını mahkemelerde bir bir çürüttük ve bunları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) önünde de ortaya koyup haklı bir şekilde davayı kazandık.

Ne yazık ki, kulakları açık Themis (ve kamuoyu) bu iddiaların çürütülüşünü pek duymuyor!

Demirtaş; “AKP iktidarının Kobane’ye ambargo tutumunu protesto etmek üzere halkımızı hemen şimdi sokağa çıkmış olanlara desteğe davet ediyoruz” diyen tivitlerin kendisine ait olmayan bir hesaptan atıldığını söylüyor, duyulmuyor.

Olaylı geçen çok sayıda gösteriye katıldığı” iddiasıyla dosyaya konan 107 adet görüntü kaydı bilirkişi tarafından incelendiğinde hiçbirinde olmadığı saptanıyor, duyulmuyor.

19. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden dava dosyasındaki fezlekeleri hazırlayan savcıların biri hariç tümünün FETÖ’den tutuklu olduğunu, tutuklu olmayanın da görevden alındığını anlatıyor, duyulmuyor.

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, dosyada ifadesi olan gizli tanığın gerçekte olmadığını, öyle beyanlarının da olmadığını bildiriliyor, duyulmuyor.

Gözü kapalı ama kulakları açık Themis sadece Demirtaş için söylenenleri duyuyor, onun söylediklerini duyamıyor. Suçlayanların sesi duyulup suçlananlarınki duyulamadığında da adalet olmuyor!