Alegorik anlam kurma süreci çoğunlukla gerçeklikten kurmacaya aktarım yoluyla gerçekleşir. Ama gerçek dünyanın rasyonelliğini yitirdiği, ‘kurmacadan daha tuhaf’ olduğu bazı durumlarda bu süreç tersine işler

Dr. Caligari’nin ülkesi

Alegori’ sanatsal üretime dair bir kavram; edebiyatta, sinemada, resimde, mimaride vd. sembol ve metaforların yoğunlaştırılmasıyla beliren bir anlam yaratma tekniği. Bu sayede, örneğin yolcularla dolu bir otobüste yaşananlar (otobüsün kötü kullanımı, yolcuların otobüse zarar vermesi veya diğer yolculara karşı davranışları vs.) aslında bir ülkede yaşananların alegorisine dönüşebiliyor -batı kültürüyle bağlantı kuramayan, aşırı derecede eril ve kentleşememiş bir Türkiye portresi için bkz. Otobüs (1975), ABD’nin Güney Amerika’da yükselişe geçen solcu iktidarlara yönelik olumsuz düşünceleri için bkz. Turistas (2006). Yani maddi gerçeklik kültürel ürünlerde görünür hale getiriliyor.

Alegorik anlam kurma süreci çoğunlukla gerçeklikten kurmacaya aktarım yoluyla gerçekleşir. Ama gerçek dünyanın rasyonelliğini yitirdiği, ‘kurmacadan daha tuhaf’ olduğu bazı durumlarda bu süreç tersine işler. Böylece mesela deriz ki “Ülkeye bak yahu, korku filmi gibi!”.

Bunun sinemadaki en iyi örneklerinden biri, Dışavurumcu Alman Sineması’nın başyapıtlarından Das Cabinet des Dr. Caligari/Dr. Caligari’nin Kabinesi’dir (1920). Hikâye ve sahne düzenlemeleriyle bu film çok açık bir “1. Dünya Savaşı’ndan perişan halde çıkmış, faşizme doğru ilerleyen çarpık bir Almanya” alegorisidir ve o kadar güçlüdür ki, yapım tarihinden 100 yıl sonra bile, mesela bir TC yurttaşı olarak bu filmin tam bir Türkiye alegorisi olduğunu söyleyebilirsiniz.

Bu ürkütücü alegorik örtüşme isimlendirmede bile kendini gösteriyor: Filmde kendine Doktor Caligari diyen bir adam kasaba kasaba dolaşıp bir uyurgezerle panayır gösterisi yapmakta, bir yandan da Cesare adlı uyurgezere cinayet işletmektedir. Filmin adını Türkçeleştiren her kimse filmi izlememiş olsa gerek, ‘doktor’ ifadesine takılıp yapıta Dr. Caligari’nin Muayenehanesi adını verir. Filmin finaline doğru bunun bir ‘hikaye içinde hikaye’ olduğunu, Caligari’nin bir akıl hastanesinin yöneticisi olduğunu öğreniriz ama ‘cabinet’ sözcüğüyle vurgulanan şey bir muayenehane veya klinik değil, ana hikâyedeki dehşetli gösterinin yapıldığı yerdir. Ama bugün bile, google’da “Dr. Caligari’nin Kabinesi” yazarak aradığınızda sadece 30 sonuç çıkarken “Dr. Caligari’nin Muayenehanesi” diye aradığınızda 2950 sonuçla karşılaşıyorsunuz.

Bu tuhaf isimlendirmenin yapıldığı ülke ‘tersinmiş alegori’ye çok iyi bir örnek: Anayasasında ‘demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti’ olduğu belirtiliyor ama hastalıklı hayalleri uğruna demokrasi ve hukuk kavramlarının içini istediği gibi boşaltıp dolduran, yurttaşlarının bir kısmını uyurgezerlere dönüştürüp diğerlerinin üstüne salan bir iktidar tarafından felakete sürükleniyor. Böyle bir durumda ülkenin adının ne olduğu bile önemini o kadar yitiriyor ki, örneğin Caligaristan olarak değiştirseniz hiç de tuhaf durmaz...

Bir özel üniversite reklam panosundan haykırıyor: “Doğrular ve yanlışlar yok, hayallerin var! #senyeterkiiste”

Yani varoluş gerekçesi doğrularla yanlışları birbirinden ayırarak bilgi üretmek olan bir kurum diyor ki, “Bilgiyi, doğruyu-yanlışı boşver; hedefle! Hedeflediğin şeyin ne olduğu da önemli değil, paranı al gel, biz yanındayız.”

Başta belki bir alegori gibi görünür ama, evet, ülkenin adını Caligaristan yapsanız hiç de tuhaf durmaz...