İçinde bulunduğumuz aydan itibaren açıklanan tüm makroekonomik verilerde ve diğer parametlerde ekonomideki yavaşlama işaretlerini daha güçlü görüyor olacağız.

Şu ana kadar belli başlı öne çıkan verileri sıralamak gerekirse:

İşsizlikte nisan-temmuz arası yüzde 9,6, yüzde 9,7, yüzde 10,2 ve yüzde 10,8 olarak sıralanan veriler, kademeli artışı ortaya koyuyor. Enflasyondaki yüzde 25,24’lük oran, artık farklı bir enflasyon konuşacağımız günlerde olduğumuzu gösteriyor. Diğer taraftan üretimde faaliyet koşullarının öncü bir göstergesi sayılan PMI (Satın Alma Yöneticileri Endeksi) ekim ayında yine 50’nin altında kalarak 44,3 olarak açıklandı (eşik değeri 50 olan PMI’larda 50’nin üzerindeki tüm ölçümler iyileşmeye işaret ediyor). Ekonomideki finansman sorunlarıyla paralel olarak yükselen faizler eşliğinde kredi hacmindeki daralma devam ediyor. Faizlerin yüksek olması önemli bir faktör olsa da, kredilerdeki düşüş reel sektördeki daralmanın bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Nitekim, başta tüketim harcamaları olmak üzere, konut, taşıt ve üretim faaliyetlerinin gerçekleşmesinde kredilerin büyük bir rolü var. Dolayısıyla, kredilerdeki negatif seyir tüm reel sektörün içinden geçmekte olduğu bunalımın da göstergesi olarak okunabilir. Keza otomobil satışlarında nisan ayı ile, ipotekli konut satışlarında ise eylül ayı ile başlayan daralma bu durumu destekliyor.

Son olarak da eylül ayı Ödemeler Dengesi Bilançosu açıklandı. Türkiye ekonomisi tarihinde ender rastlanan bir durum olarak ekonominin eylül ayında cari fazla verdiğini izliyoruz. Ödemeler dengesinin bilindiği gibi iki ana kalemi, cari işlemler hesabı ve bu hesabı finanse eden sermaye ve finans hesabından oluşuyor. Cari açık olarak tanımladığımız durum, Türkiye’nin dış dünya ile yaptığı mal ve hizmet ticaretini gösteren cari hesabın eksi vermesi yani döviz giderlerinin döviz gelirlerinden fazla olduğu durumları işaret ediyor. Türkiye’de uygulanan ekonomi politikaların bir sonucu olarak birkaç istisnai dönem dışında cari açık veren bir ülke olduğumuz malum. Dışa bağımlılık, tasarruf eksikliği, üretimde katma değer sorunu vb birçok sorun, her dönem ağırlaşıyor ve cari dengede ‘yeni rekorlara’ imza atan açık olarak karşımıza çıkıyor. Bahsettiğimiz birkaç istisnai dönem ise kriz ve ekonomide yavaşlama dönemlerinden oluşuyor. Örneğin 2000’den bu yana incelendiğinde 2001’deki yüzde 10’luk daralmaya 3 milyar 314 milyon dolar cari fazla eşlik ederken, yüzde 10,5’luk büyümenin gözlendiği 2005’te cari açık yüzde 46,4 artarak 22 milyar 852 milyon dolar olarak izlenmişti. Tüm dönemleri alt alta koyarak incelediğimizde, cari dengede oluşan açığın büyüme ile paralel aynı yönde hareket ettiği net görülecektir.

Türkiye için uluslararası kuruluşların 2018 ve 2019 büyüme tahminlerine bakalım; en son Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD) daha önce 2018 yılı için yüzde 4,4 olarak belirlediği büyüme tahminini yüzde 3,6’ya düşürürken, 2019 yılı büyüme tahminini yüzde 4,2’den yüzde 1’e çekti. Öncesinde derecelendirme kuruluşu Moodys ise 2018’de sadece yüzde 1,5 büyüme ve 2019’da da yüzde 2 daralma tahminini duyurdu. Onun da öncesinde IMF tahminini 2018 için yüzde 4,4’ten yüzde 3,5’e ve 2019 için yüzde 4’ten yüzde 0,4’e çekmişti. Kısaca 2018 ve 2019’un, içinde bulunduğumuz yavaşlamanın, durgunluğun hatta yüksek enflasyon eğiliminin de korunacağını düşünürsek stagflasyon ile ilerleyeceğini söylemek mümkün.

Elbette tüm bu süreç, bugünün devam ettiği varsayıldığında geçerli. Yani ABD’deki parasal sıkılaştırma, avro bölgesinde bir türlü ekonomik toparlanmanın sağlanamayışı, ticaret savaşları vb küresel gündemler eklendiğinde, Türkiye ekonomisi için de düşüşün hız kazanacağı maalesef ortada.