Süpermarketlerden alışveriş yapabilecek ekonomik gücü olan gelişmiş dünya insanları, karantinada en büyük korkunun tuvalet kağıtsız kalmak, en dayanıklı ve kolay yemeğin de makarna olduğuna topluca karar vermiştir.

En büyük korkumuz aslında nedir?

Önemli olan sorgulamaktan
vazgeçmemektir.
Albert Einstein

İnsan olmak zor zanaattır. Tuvalet kağıtsız, makarnasız da yaşanır. Dünyanın yarısı zaten öyle yaşıyor. Bu zor günlerde, en büyük korkumuz, kalan insanlığımızı da kaybetmek olmalıdır.

En son ne zaman her gece ekrana kilitlenip bir resmi görevli çıkıp o gün kaç kişinin öldüğünü söylesin diye beklediniz? Virüsün kartonda mı plastikte mi daha uzun yaşadığı, tüm dünya ekranlarında saatlerce konuşulmakta; alışverişe giderken plastik eldiven giyip maske takması konusunda kutuplaşmalar yaşanmakta. Salgına önce giren ülkelerin çöken sağlık sistemleri korku yaratırken görüntüler, doğru ya da yanlış doktor itirafları, medikal ihtiyaçların bulunamaması paniği ile WhatsApp grupları hop oturup hop kalkmaktadır.

Sıkıyönetimlerden ağzı yanmış, illallah demiş ülkemizde bile insanlar sokağa çıkma yasağı konulsun diye neredeyse sokaklara dökülüp gösteri yapacak kıvama varmıştır.

Her milletin zor günleri, ekonomik, kültürel krizleri olmuştur. Zaman zaman özellikle de ideolojiler nedeniyle dünyaya kapananlar, duvarlarla ayrılanlar olmuş; dünya savaşlar, kitlesel ölümler ve felaketlerle sarsılmıştır. Ancak, tarihte daha önce yaşanan dünya savaşları, büyük salgın ve felaketler bugünün iletişim teknolojileri olmadığı için daha bölgesel kalmış, dünyanın her bir köşesine yayılamamış, en azından her yerde birebir duyulmamıştır.

Bugünkü gibi tüm dünyanın aynı zaman diliminde böylesine büyük bir eksen kayması yaşadığı dönemler çok azdır. Tüm ülkeler sınırlarını kapatmış, milyonlarca insan evlere hapsolmuş, hükümetler yarı vardiyalı çalışmaya geçmiş, milyonlarca çocuk okuluna gidemez olmuştur.

İki-üç ay içinde neredeyse tüm kıtalara yayılan salgın, derin bir izolasyon ve kapanmaya sebep olmuştur. 20. yüzyılın mabetleri olan alışveriş merkezleri varoluşlarından beri ilk defa böylesine tamamen boş kalmış veya kapanmış, son 10-15 yıldır tırmanan online yaşam zirveye oturmuştur. Milyonlar avuç içi olanından yarı duvar büyüklüğünde olanına, çeşitli boyutlarda ekranlara kitlenmiş halde evlerinde oturmaktadır. Çin’deki bir ölüm, anında Kanada’da duyulmakta, Fransa’da kullanılan bir ilaç adı tüm dünya eczanelerinde yağmaya sebep olmaktadır.

DELİRDİK AMA GÜZEL DELİRDİK

Süpermarketlerden alışveriş yapabilecek ekonomik gücü olan gelişmiş dünya insanları, karantinada en büyük korkunun tuvalet kağıtsız kalmak, en dayanıklı ve kolay yemeğin de makarna olduğuna topluca karar vermiştir. Bu satırların yazarı da makarna raflarının boşaldığını ilk gördüğünde “Demek ki almak gerek” diyerek geriye kalmış en pahalı markalardan birini, biraz da utanarak sepetine atmış, tabii ki tuvalet kâğıdı almayı da ihmal etmemiştir.
Hiç böylesine hep birlikte delirmemiştik. Delirdik ama güzel delirdik.

Ancak eksenin kaydığı bu delirme anlarında dahi bazı şeyler hep aynı kalmaktadır. Bazıları eve kapansın hasta olmasın ve sadece delirdiğiyle kalsın diye; diğerleri de bir yandan hasta olma tehlikesi altında çalışıp ancak artan zamanlarında delirmek zorunda kalmaktadır. İnsanoğlunun kurduğu düzenden duyduğumuz suçluluk, canımızı fazlasıyla acıtmaktadır.

Devletler biraz da utanarak sağlık sistemlerini rakamlarla savunmaktadır. Ancak bunların yetersiz ve eşitsiz olduğunu kendileri de tüm dünya da bilmektedir. Bazıları için ulaşması çok zor olan sağlık hizmetleri daha da ulaşılmaz hale gelmiştir.

Hepimizin sağlığı bir diğerine bağlı olduğu kadar devletlerine de, hatta tüm devletlerin işi ne kadar ciddiye alıp almadığına bağlıdır. İşte bu, böyle bir göbek bağı, böyle bir sorumluluk ağıdır. Üzerimizdeki vebal büyüktür.

Öte yandan günlük gereksiz dertler bitmiştir. Saçımızın nasıl şekil almadığı, işyerinde patrona nasıl da lafı gediğine oturtamadığımız gibi konular önemini kaybetmiştir. Biz sorumluluk sahibi, üzerimize düşeni yapan bireylerizdir. O anlamsız hayatımız bir anlam kazanmıştır. Topluca bunun üstesinden geleceğizdir. Onun için de umreden dönen amcaya, parkta oturan dedeye kızmak hem çok kolaydır hem de görevimiz gibi bellemişizdir. Eminim en çok da Karşıyaka ve Bebek’te yürüyüş yapanlar kızmıştır .

Yine de hayat bir şekilde devam etmektedir. Bu arada teknoloji, sosyal mesafeye çare olmaya zaten çoktan teşne, mutluluk içinde görevini yerine getirmektedir. Çoktandır egemenliği altına aldığı uzaktan iletişim, uzaktan eğitim, uzaktan çalışma hepsi üç beş hafta arasında halledilmiştir. Ahir ömürlerinde evden ders vermeye çalışan üniversite hocaları Zoom uygulamasının nasıl kullanıldığını öğrenmek için öğrencisine güvenmektedir.

Alışveriş merkezlerine de gerek kalmamış, parası olanlar ekran başından gene istediğini almaktadır. Teslimatı yapanlar sağlıklı kalabilmek için artık ‘ne yaparlarsa yapsınlar’dır.

İnsanoğlu bir anda kendini bir ay öncesinden çok farklı bir hayat içinde bulmuş, geniş aileler bile çekirdek kısımlar olarak içlerine çekilmiş, dedeler, anneanneler büyük marketlerden online sipariş vermeyi, torunlarıyla WhatsApp’dan görüntülü olarak konuşmayı öğrenmişlerdir.

Ya evler çok rahat gelir de hiç çıkmazsak? Nasıl olsa getir götür işimizi yapanlar var! Ya dünya bu kez de evde kalanlar ve onlara servis yapanlar olarak ayrılırsa? Uçurumlara uçurumlar eklenirse?

Belki de tam tersi olacak, kim önemli, kim olmasa da olur ortaya çıkacaktır. Silkinip sadeleşip yeni bir hayat ortaya konacaktır.

İnsanlar gece yarıları ekran önünde, bir resmi görevli çıkacak ve bu gün kaç kişi öldü söyleyecek diye beklemektedir. Bu travmaların etkileri virüs ve salgın geçtikten sonra da devam edecektir. Bütün o panjurları inik işyerlerinde çalışanlar artık evlerine ekmek götürememektedir. Sokağın köşesindeki kafede garsonluk yapan o çocuğa ne oldu, mağazadaki tezgâhtar işsiz mi diye düşünmemek de mümkün değildir. Gördüklerimiz doğru bir şeye evirilecek mi? Yoksa “Haydi AVM’lere” deyip kaldığımız yerden devam mı edeceğiz?

Kendi adıma en büyük korkum; kendimiz, çocuğumuz ya da en sevdiğimiz kişi hasta olduğunda ve o yoğun bakımda o tek yatak kaldığında ortaya çıkacak olan bencilliğimizdir. O gün insanlığımız bitecektir.

O aşamaya gelmeden bitmesini dileyelim.