Son bir haftada olup bitenler, tarihsel ömrünü dolduran Erdoğan-AKP iktidarının siyasal ömrünü uzatmak için yeni bir hazırlık yaptığını gösteriyor. Berat Albayrak’ın ilgili makama değil de “kamuoyunun dikkatine” sunduğu istifasıyla birlikte, çeşitli bakanlık ve kurumlardaki geleneksel bürokratların yerine getirilen ve dinci öncelikleri olan kadroların da bir ölçüde tasfiye edileceği anlaşılıyor. Siyasal İslamcı hareketin başarısızlıkla sonuçlanan 18 yıllık iktidar döneminde son çare olarak bir “normanleşme” denemesi yapma olasılığı güçleniyor. Ancak, bunun yine de bir “olasılık” olduğunu unutmamak gerekiyor.

Nedeni açık; Erdoğan-AKP iktidarı artık Türkiye’yi yönetemiyor. Sıkışmış durumda. Ekonomi iflasın eşiğinde bile değil, resmen iflas halinde. Hazinedeki döviz rezervinin eksi 30-35 milyar dolar civarında olduğu belirtiliyor. Ülke zenginliklerinin ve kamu kaynaklarının yağmasına dayanan rant ekonomisi çöktü. Yeni rejimin sınıfsal temelini oluşturacak ve onu garanti altına alacak “İslamcı burjuvazi” oluşturma çabası, rüküş bir talancılar sınıfı yarattı. Sosyal devletin yerine ikame edilmeye çalışılan “sadaka devleti” ise, kaynakların tükenmesiyle artık sürdürülemez durumda.

AKP’nin çeşitli fraksiyonlarını birleştirerek bir çatı örgütü işlevi gördüğü siyasal İslamcı hareket, Türkiye’yi kafirlerin ülkesi olarak gördüğü için, kamu kaynaklarının yağmalanmasını da ganimetin paylaşılması olarak gördü. Şeri hukuk üzerinden bu yağmayı meşrulaştırdı. O nedenle, Halk Bank genel müdürünün evinden çıkan ayakkabı kutularındaki milyonlarca dolar, imam hatip okulları kurmak için toplanan “cihat parası” diye savunuldu. Seküler bir aklın alamayacağı bu savunma kabul edildi. Çünkü Türkiye, İslam’ı egemen kılmak için mücadele edilen bir “darül harp” ülkesiydi.

Ancak, içtihad (yorum ve güncelleme) kapısı kapatıldığı için kendi Ortaçağ’ını ve tanrı merkezli bilgi anlayışını aşamayan egemen İslam anlayışı (Sünni İslam), din merkezli siyasal hareketleri de belirliyordu. Çünkü islamcı hareket, Müslüman dünyanın geri kalmışlığını saf islamdan uzaklaşmaya bağlıyordu. Böylece şeriatçı hareket akılcılığı, bilimi ve felsefeyi kafirlik sayan 10-11. yüzyıl İslam anlayışını günümüz dünyasına dayatıyordu.

Mantık şöyle işliyordu; İslam dünyasının geri kalmışlığı dinden uzaklaşmaya bağlanıyor, çözüm olarak daha fazla dine sarılma öneriliyordu. Ancak, toplum ve kamu düzeni daha fazla dinselleştirildikçe ülkeler daha da geriye gidiyordu. Son elli yılı daha yoğunlaşmış şekilde olmak üzere, yaklaşık yüz yıldır tam anlamıyla bu kısır döngü yaşanıyordu.

★ ★ ★

İnanılmaz gibi görünücek ama AKP’nin dramı da yukarıda özetlenen sınırlandırılmış islami aklın işleyişinden kaynaklanıyordu. Ancak, Erdoğan liderliğindeki hareketin bu özelliği görülemedi. Cumhuriyet burjuvazisi ve bürokrasisi de buna inanmadı. İslamcıları iktidarda da olsa terbiye edebileceğini düşündü. Uzlaşma, sermayenin kendi kirli işlerinin gördürüldüğü sürece devam etti. Ancak, Erdoğan yönetimi kendi “ideoljik programını uygulamaya yönelince gerilim ve çatışma başladı. Erdoğan-AKP hareketi, iİktidarının ilk yıllarında sadece takiye yapmıştı, o kadar.

Öyle ki, AKP’nin uluslararası İhvan-ı Müslümin (Müslüman Kardeşler) Hareketinin bileşeni olduğu, hatta bu hareketin liderliğine oynadığı bile görülemedi. Bugün hala tam olarak görülebildiğini de sanmıyorum. Doğuya özgü o “taç giyen baş akıllanır” sözünü de boşa çıkarmışlardı.

Durum böyle olunca, temelde özel mülkiyetin kutsallığı ve kapitalizmin kar yasasıyla çelişmeyen İslami anlayış, dar ideolojik takıntılar nedeniyle kapitalist-emperyalist sistemin işleyiş ilkeleriyle çatışmaya başladı. Finans kapital, hem faizin haram sayıldığı, hem de özel mülkiyet ve kar yasasına dayalı bir sistemin sürdürülmek istendiği fantastik ekonomi teorilerine itibar etmedi. Edemezdi de... Faiz-enflasyon ilişkisinin bile ideolojik önyargılar nedeniyle tersinden ele alındığı bir akıl dışılığı “piyasaların” taşıması mümkün değildi.

★ ★ ★

Sonuç olarak; AKP’nin Cumhuriyetin temsil ve ima ettiği değerleri ve insanlığın ilerici birikimini imha etmeye kilitlenen İslamcı ideolojik anlayışı ile kapitalist-emperyalist sistemein realitesi ve işleyiş yasaları bir biriyle çatışmaya başladı. Cumhuriyetin birikimlerini ve ulusal zenginliği bir “ganimet” gibi algılayan cihatçı hareket, ülkeyi sadece ekonomik bir yıkıma sürüklemedi, büyük kusurları olsa da seküler hukuk düzenini ve şöyle ya da böyle modern eksene sahip kamu mimarisini imha etti.

AKP iktidarı “tek adam” rejimine dayalı bir korku aygıtı ve kabile hukuku yarattı. Fantastik ideolojik hedefleri nedeniyle daha fazlasını yapamazdı. Yıktığı cumhuriyetin yerine yeni bir sistem ve gerçek anlamıyla bir devlet kuramadı. Bu yapabilecek görgüden, bilgiden, birikimden, gelenekten, insan kaynaklarından yoksun olduğu ortaya çıktı.

Geriye siyasi bir enkaz ve kültürel bir rüküşlük kaldı. Öyle ki, Hazaralar ve Gazneliler’e kadar giden bin-bin iki yüz yıllık Türk devlet geleneğinde ilk kez başbakanın (sadrazamın, vezir-i azamın) olmadığı bir şeflik düzeni kurulmak istendi. Kuruldu da… Ülke dinci-faşizan bir totaliter rejime doğru sürüklenmeye başladı.

AKP iktidarının ikinci döneminden (2008-10) itibaren siyasal İslam dünyada da yüz kızartıcı bir şekilde iflas etti. Suriye, Mısır ve Libya bu iflasın somutlandığı alan oldu. İslamcı hareket, 21. yüzyılda insanlığa IŞİD’in önerdiği gelecek tasavvurunu aşacak bir ufuk sunamadı. Dünyada (özellikle Batıda) siyasallaşmış İslam ile “terörizm” ve “ortaçağ ilkelliği” özdeşleşti.

★ ★ ★

İşte tam bu dönemde ABD seçimleri yapıldı. Erdoğan yönetiminin ülkeyi sürüklediği ekonomik krizin üstüne bir de bu gelişme eklenmişti. AKP iktidarının cürüm ortağı diyebileceğimiz Trump, -yarış hala karakolda bitecek gibi görünse de- kaybetti. Dünyanın bütün otokrat liderleri için bu kötü bir haberdi. Dünya, bir olasılık da olsa yeni bir döneme girebilirdi. Basın ve ifade özgürlüğünün yok edildiği, hukukun üstünlüğü yerine keyfi bir yargı düzeninin kurulduğu, mülkiyeti güvenceye alan varlık hukukunun çöktüğü ortam, yabancı yatırımcıları ve küresel sermayeyi ürkütüyordu.

Yukarıda koordinatları verilen perspektiften bakılınca; Berat Albayrak’ın istifası ve ekonomi yönetiminin değiştirilmesi, hukukun üstünlüğüne ve hukuk devleti anlayışına yeniden yapılmaya başlanan yüksek vurgu, devlet işleyişini aksatan, hatta bu işleyişi yer yer felç eden liyakatsız dinci ve ülkücü kadroların –en azından bir bölümünün- tasfiye edileceğinin işareti, AKP açısından yeni döneme hazırlık diye değerlendirilebilir.

Elbette yine takiye yapma olasılığı, siyasi sinsilik, göstermelik bazı adımlar atarak iki yüzlü davranma geleneği hiçbir zaman akıldan çıkarılmamalıdır.

Peki, Erdoğan yönetiminin yeni manevrası, tarihsel ömrünü tamamlayan AKP iktidarının siyasal ömrünü uzatabilir mi? Bu tamamen merkez sağdan solun en ucuna kadar uzanan alandaki mahalefet güçlerinin tavrına, siyasi uyanıklığına bağlıdır. Dahası, kitleleri harekete geçirecek bir programa ve harekete ihtiyaç olduğunu görmek gerekir. Umarım başarılı olunur. Ötesi felakettir.