Okullar açıldı ya şimdi. İstanbul’da en büyük dert trafik oldu. Belediye, toplu taşıma araçlarını okula gidiş ve çıkış saatlerine göre bedava yaptı, televizyonlar da uzun uzadıya bunu....

Okullar açıldı ya şimdi. İstanbul’da en büyük dert trafik oldu. Belediye, toplu taşıma araçlarını okula gidiş ve çıkış saatlerine göre bedava yaptı, televizyonlar da uzun uzadıya bunu haber yaptı, yolsuzluk dosyalarının ardı sıra. Okulların tek derdinin ulaşım olmadığı açık. Ama şimdi okulların ve eğitimin sorunlarından bahsedecek değilim. Benim bahsedeceğim şey, okul imgesi… Daha doğrusu ‘okul’u felsefi bir problem olarak yaşayan Ernesto’nun tecrübeleri…

Tanıdığım en sıradışı öğrencilerden birisi Ernesto. Ernesto’yu edebiyattan tanıyorum, edebiyatın sınır, ülke, millet tanımayan dünyasından. Hayır bir yazar değil, bir roman kahramanı Ernesto. Okula gitmeyi reddeden bir öğrenci. Okul, umurunda olmadığı için okula gitmeyi reddediyor değil. Okul, çok umurunda Ernesto’nun. Ama bizi çok seviyor. Edebiyatı, müziği, düşleri çok seviyor. O kadar çok seviyor ki, tüm evreni coşku içinde merak ediyor. Merak ettiği şey, evrenin yapısı, gazlar, yıldızlar değil sadece… Evreni, yani içindeki evreni, dışındaki evreni, yaprakların, kuşların, duyguların evrenini… Ama “okul varsa, evren yok” diyor Ernesto. Orada her şey var, her şey yerli yerinde ve açıklanabilir diyor. Işte bunun için, bir şey yok diyor orada. Aslında tam da böyle söylemiyor. Ama söylediği şey çok mühim ve ne anne-babası, ne ben, ne de siz, onun ne demek istediğini tam olarak anlayamayacağız muhtemelen. Çünkü biz, evrenin içinde değil de, neredeyse bir evrene dönüşmüş kocaman bir ‘okul’un içinde yaşıyoruz. Onu anlayan tek kişi, kızkardeşi Jeanne. Jeanne da ayrı bir muamma…

Onu ben, aylak aylak gezerken Marguerite Duras’nın Sel Yayınları’ndan çıkan ‘Yaz Yağmuru’ adlı romanında tanıdım. Zaten şu an Helen Cixous’nun ‘Duras Etkisi’ dediği şeyin etkisi altındayım. Yani, öyle bir etki ki bu, Duras’yı onlarca kere okusanız ve okurken her satırını sindire sindire okusanız, sizden bilişsel düzeyde uzaklaşıp, uzaklaşırken de kendi konumunuzu ve algınızı bozup dağıtarak, tuhaf  bir duygu hali içinde bırakıyor insanı. Gerçek ve eşsiz bir edebiyat etkisi bu. Foucault da bu etkiden nasibini almış birisiydi. Duras’nın çıplak kuvveti, hareketli ve kaygan varlığı karşısında, onu tutmaya çalışan ellerinin nasıl işlevini yitirdiğini ve bu etkiye gönüllü olarak nasıl teslim olduğunu anlatırken (Michel Foucault, ‘Sonsuza Giden Dil’, Ayrıntı Yayınları) ona hak vermemek imkânsız.

Ernesto’yu, yoksul bir ailenin çocuğu olarak tanıdım ben. Devletin verdiği çocuk yardımıyla geçinen ve bu yüzden belli aralıklarla çocuk yapan bir aile… Ama bu aile biraz tuhaf. Ernesto’nun anne-babası, kitap okumaya meraklı bir çift. Paraları olmadığı için öyle her kitabı okuyamıyorlar ama. Bundan da pek şikâyetçi değiller hani. Banliyö trenlerinde yolcuların unuttuğu kitapları topluyor baba ve bazen de kitapçıların önündeki ucuzluk sergilerinden çalıyorlar. Ama okuyorlar ve Ernesto’nun anne-babasının en çok sevdiği kitap da ‘Georges Pompidiou’nun Hayatı’ adlı kitap. Çünkü ne kadar kitap okurlarsa okusunlar Georges Pompidiou’nun hayatından daha ilginç bir hayata rastlamamışlar hiç. Işin ilginç tarafı, okudukları o kitaba kadar, Ernesto’nun anne-babası, kendi hayatlarının başka hayatlara benzediğinin bile farkında olmamışlar. Sanırım kitap okumanın insan yaşamına yaptığı en büyük katkılardan birisi de bu ve insanlığın büyük bir çoğunluğu bunun farkında olmadığı için de sorunlar katlanarak çoğalıyor.

Ernesto, dahi bir çocuk. Okumayı kendi başına söküyor ve bunu yaparken “okumanın kendi bedeninde kendiliğinden yaratılmış bir hikâyenin bir tür sürekli akışı olduğu” gerçeğine ulaşıyor. Zaten bu türlü bir okumayı ve akışı bedeninizle yaşayamadığınız sürece, istediğiniz kadar kitap okuyun, okuduklarınız sadece ‘okul evreni’nde işinize yarar ve ‘okul’da insanlara öğretilen şey de bu olduğu için Ernesto sık sık okuldan kaçar. Bu okuma meselesi, bizim için kitap okuma oranlarımızın düşüklüğünden daha mühim bence. Bazen binlerce kitap okumuş cahil insanlara rastlamamızın nedeni de bu. Bir kitaptaki olayları ya da karakterlerin adlarını bilmek, o kitabın okunduğu anlamına gelmez çünkü. Ernesto bunu, okul aracılığıyla değil de kendi kendisine öğreniyor ve bu sayede bir dahi olarak keşfedildiği süreci de başlatıyor. Zaten roman, bir dahi olarak Ernesto’nun yaşadığı süreç ve Jeanne’la olan tuhaf ilişkisi üzerine kurulu. Ama Ernesto, mutlu mu oluyor dahi olunca? Onun istediği dahi olmak değil ki. Hem kendi toplumumuza bakarak yaratıcı insanları ne tür yalnızlıklar ve acıların beklediğini de görebiliriz. Mutluluk, sonraki bir dert. Belki de imkânsız… Önce yaşamayı öğrenmek gerek ve sevgiyi…

Ernesto’nun liseyi bitirip üniversiteye başlayacağı gün, annesinin seviçten değil de üzüntüden ağlayarak kocasına söylediği şu sözler bir itiraf gibi çınlıyor romanda: “Emilio. Benim de içim dolu… Çok rahatsızım… Akıl çok uzaktı bize ve işte yarattık onu nihayet.” Ernesto’nun annesinin yaşadığı bu duyguyu toplumlar da yaşamıyor mu? Gizli ya da açık entelektüel düşmanlığının altında bu duyguyu bulmak güç değil. Çünkü Ernesto gibiler, onları bir şeyleri sorgulamaya iter ve ne kadar boş bir hayat sürüyor olsalar da alıştıkları hayatın ritmini bozan, rahatlarını kaçıran bu insanlara, hem egemen güçler, hem de sıradan halk, iktidar hırsıyla kararmış aydınların da desteğini alarak çeşitli kötülükler yaparlar. Sonradan onların heykellerini yapıp öve öve bitiremeseler de…

Ernesto, bu sürecin sonunda “dayanılmaz şekilde bir taş gibi yaşama arzusu duyar” hale gelir ve roman sona erer… Bu dahi çocukla ilgili iki tür söylentiden bahseder Duras: Ya çokuluslu şirketlerin bilim merkezlerinden birisinde çalışmaktadır, ya da ölmüştür. Ikisinin arasında nasıl bir fark var, bunu bilmiyorum. Nihayetinde Ernesto’yu evrenin içinde kaybettik… Daha sırada başka çocuklar da var… Bu yazıyı yazarken az ilerdeki okuldan çıkan çocukların tüm sokağı inleten cıvıltılarını duyuyordum. Ernestoların kaybolduğu bir evrende, ölü gezegenlerin arasına Dünya’nın da katılacağı bir gerçek.

Kitap ve dergi gonderileri icin adres: Bülent Usta, Komsu Yayinevi, Rasimpasa mah, Yeldegirmeni sk, Alibey apt, Kat:1, Daire:4, Kadıkoy / İstanbul