Devlet anlayışı kadar, faşist ideolojilerde merkezi ve belirleyici yer tutan başka bir anlayış ise sosyalizm/ komünizm düşmanlığıdır. İslamcı faşist hareketlerde de böyledir. Dinci faşist hareketler ile ırkçı milliyetçiliğe dayalı klasik faşist hareketlerin ortak paydası sosyalizm düşmanlığıdır. Sadece İslamo-faşist hareketlerde milliyetçilik ırkçı değil, dinci bir karakter taşır, o kadar. Tıpkı Franko İspanya’sında olduğu gibi, milliyetçilik koyu bir dincilikle (İspanya’da Katoliklik) birlikte gelişir. Bu yanıyla İslamcı faşist hareketler ile Falanjist faşist hareketler birbirine çok benzer özellikler taşır.


Bir önceki yazımda da işaret ettiğim gibi, Türkiye’de İslamcı ve faşist hareketin en önemli ideoloğu ve kuramcılarından biri, aynı zamanda şair de olan Necip Fazıl Kısakürek’tir. Necip Fazıl, İslamcı faşist hareket için son derece elverişli bir ideolojik çizgi yaratmış teorisyendir. Özellikle 1950’li ve 60’lı yıllarda etkili olan, ancak, yükselen devrimci ve sol dalga karşısında İslamcı hareketin etkili olamaması nedeniyle 70’li yıllarda geri çekilen Necip Fazılcı hareket, tipik bir Soğuk Savaş örgütlenmesi ve hareketidir.

Komünizmle Mücadele dernekleri ve Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) gibi, istihbarat örgütlerinin (CIA-MİT) kontrolüne girmiş derneklerde örgütlenen İslamcı faşistler, 16 Şubat 1969’da İstanbul Taksim’de Amerikan 6. Filo’sunu protesto eden devrimci gençliğe karşı yürütülen bir Kontrgerilla operasyonu olan “Kanlı Pazar” gibi tezgâh ve katliamlarda rol alsalar da, sol karşısında tutunamamışlar ve geri çekilmişlerdi. İslamcı faşistlerin yerini 1970’li yıllarda ülkücü hareket alacak ve daha etkili olacaktı.

Ancak, 2000’ler Türkiye’sinde, dünyada ortaya çıkan -Büyük Ortadoğu Projesi ve ılımlı İslamcılık gibi emperyalist siyaset planlamaları gibi- çok özel koşulların da etkisiyle Necip Fazılcılık yeniden keşfedildi. Dahası, bir Amerikan projesi olarak kurulan ve iktidara taşınan AKP liderliğinin tercihleriyle “Üstad” yeniden yükselişe geçti.

YENİ RESMİ İDEOLOJİ

AKP iktidarının önde gelen kadroları, özellikle parti lideri Tayyip Erdoğan hemen her fırsatta, Necip Fazıl’ı anıyor. İktidar medyasının “tarihi” diye nitelendirdiği her konuşmasında mutlaka Necip Fazıl Kısakürek’in ortaya attığı kavramları kullanıyor. Daha önemlisi, 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin yol açtığı siyasal krizi ve kaos ortamını bir fırsata çevirerek kendi darbesini yapan AKP iktidarı, Necip Fazıl’ın teorik çerçevesini çizdiği rejimi inşa etmeyi sürdürüyor.

Erdoğan, “Üstad” dediği Necip Fazıl’ın hiçbir temele, tarihsel, siyasal ve sosyolojik kanıta dayanmayan, bilimsel gerçeklere aykırı tarih tezlerini savunuyor. Erdoğan ve AKP yönetiminin Abdülhamitçiliği de buradan geliyor. Çünkü, Necip Fazıl, Mustafa Kemal karşısında bir “kurucu ata” figürü olarak yakın tarihte II. Abdülhamit’i bulup öne çıkarıyor. Dahası, tarihi gerçeklere aykırı, yalan üzerine kurulu ve naylon bir Abdülhamit portresi çiziyor. Bugün uğraştığımız bu Abdülhamit’tir. Yakın tarihin en karanlık rejimini (İstibdat) yaratan Abdülhamit, Necip Fazıl’ın gerçeklere aykırı olarak yarattığı bir kahramandır.

Bugün Erdoğan-AKP iktidarı Necip Fazılcılığı, adeta resmi ideoloji haline getirmeye çalışıyor. Adına ödüller konuluyor, bu törenlere Erdoğan ve parti ileri gelenlerinin neredeyse tümü katılıyor. İktidar medyasında hakkında yazılar yazılıyor, programlar yapılıyor. Böylece, aynı zamanda ırkçı ve Yahudi düşmanı olduğunu hiç gizlemeyen Necip Fazıl, bir şair olmasının ötesindeki kimliğiyle, İslamcı-faşist bir kuramcı olarak yüceltiliyor.

NECİP FAZIL İSLAMCILIĞI VE NAZİZM

Kökeni Osmanlı aristokrasisine dayanan, Saray’a kapılanmış bir aileden gelen Necip Fazıl, başladığı okulları genellikle bitiremese de Fransa’da aldığı felsefe öğretimi dahil iyi bir eğitimden geçiyor. Alkol ve kumar alışkanlığı uzunca bir dönem kendisini teslim alıyor. Kumar tutkusu nedeniyle polise düşüyor, yargılanıyor. Nâzım Himmet şiirleri nedeniyle hapis yayarken, o kaçak kumardan nezarete düşüyor. Bu nedenle gazetelerde boy boy fotoğrafları yayımlanıyor. Necip Fazıl, önceleri Cumhuriyetçi ve ilerici çevrelerde bulunuyor. CHP’den milletvekili olmak istiyor, adaylık için resmen başvuruyor. Ancak, kabul edilmeyince CHP’ye düşman oluyor. Demokrat Parti’yi desteklemeye başlıyor.

Giderek İslamcı bir çizgiye, dahası Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlığına savrulan Necip Fazıl, Osmanlı siyasal düzenini övmeye başlıyor. Temelsiz, retoriğe dayalı, hiçbir kanıt sunmayan ve gerçeklere aykırı bir tarih anlayışı geliştirmeye çalışıyor. Abdülhamit ve Vahdettin’i öven yazılar kaleme alıyor. Kitaplar yayımlıyor. Yalan ve saptırma üzerine kurulu bir siyasal çizgi geliştirmeye kalkışıyor. Bunu bir ölçüde de başarıyor. Necip Fazıl Kısakürek, esas olarak “İdeolocya Örgüsü” adlı kitabında totaliter ve dinci-faşist bir dünya görüşünün teorik ve kültürel dayanaklarını geliştirmeye çalışıyor. Sadece komünizmden, soldan değil, cumhuriyet ve demokrasiden de nefret ediyor. Demokrasi için “hastalığın başı” diyor. İdeolocya Örgüsü kitabının 285 ila 386’ncı sayfaları arasında bir siyasal program gibi ortaya koyduğu şematik görüşler, Nazilere özgü tipik bir faşist ideoloji özelliği taşıyor. Necip Fazıl, adeta Nazizmi, İslami bir terminoloji ile özetleyerek onu yeni bir ideolojik çizgi gibi sunmaya çalışıyor. (Bkz. Necip Fazıl Kısakürek, 1968/ 2014: İdeolocya Örgüsü, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul).

Aşağıda yapacağım seri alıntılarla Necip Fazıl’in İslamcı faşist ideolojisini özetlemeye çalışacağım. Bu alıntılar, yukarıda belirttiğim gibi, söz konusu kitabın 285-386’incı sayfaları arasından olacaktır. Türkiye’nin sadece Türk ve Müslümanların yaşayacağı bir ülke haline getirilmesini savunan Necip Fazıl, diğer Müslüman halklara karşı toleranslı olsa da tipik bir ırkçıdır. Çıkardığı Büyük Doğu adlı dergide, Nazilere rahmet okutacak bir Yahudi düşmanlığı yapar.

BAŞYÜCE YA DA MÜSLÜMAN FÜHRER

Necip Fazıl kitabında, Türkiye için “gerçek bir inkılap” ile kurulacak bir sistem öneriyor. Bu sistem, neopatrimonyal sultanlık diye de tanımlayabileceğimiz ve “Başyüce” adını verdiği tek ve mutlak lidere dayalı bir rejim olacaktır.

Necip Fazıl, ortaya attığı didaktik ve şematik tezlerle tipik bir faşist rejimi tarif ediyor. Önerdiği sistem, “Halkın değil, Hakk’ın egemenliğine dayanan” bir rejim olacaktır. Bu düzen, yasama, yürütme ve yargı erklerinin yerine geçen “Yüceler Kurultayı”, “Başyüce” ve “Başyücelik Hükümeti” olmak üzere üç ana organdan oluşacaktır.

Bunlardan “Yüceler Kurultayı” bir “Âlimler Meclisi” gibi işleyecek ve yaptığı genel yasalarla düzeni kuracak, daha önemlisi rejimin İslami esaslara göre yürütülüp yürütülmediğini denetleyecektir. Taner Timur hocanın da işaret ettiği gibi bu İran’daki “Velayet-I Fakih” kurumuna benzeyen bir organdır. Üyeleri seçimle değil, İslamcı hareket içindeki kariyerleri üzerinden belirlenen kanaat önderlerinden oluşacak bir kurumdur.

Yüceler Kurultayı’nın başkanlığını da “Başyüce” yürütecek, kurul ona bağlı çalışacaktır. Necip Fazıl, bu organı, “Büyük Doğu mefkûresinde, cemiyet (toplum) iradesini temsil adına, dünyanın her yerinde örnekleri bilinen millet meclisleri yerine, bir Yüceler Kurultayı olacaktır” diye tarif ediyor (age, s. 285). Kurultay, milletin “dinde, fikirde, sanatta, ilimde, siyasette, ticarette, askerlikte ve benzeri bütün alanlarda” nasıl yaşayacağını, davranacağını, iş göreceğini belirliyor. İktidar kaynağını halktan değil, Hak’tan, yani Tanrı’dan alıyor. Dolayısıyla bu rejimde, serbest, demokratik ve adil seçimlere dayalı olarak belirlenen bir millet ya da halk iradesi bulunmuyor. Çünkü Necip Fazıl, demokratik değil, teokratik bir faşist rejimin organlarını tanımlıyor.

Necip Fazıl’ın “Başyüce” adını verdiği milletin lideri, bir çeşit Müslüman Führer ya da Başbuğ gibi bir devlet başkanı oluyor. O, devlet mimarisinin tepesinde mutlak iktidara sahip tek otorite konumunda bulunuyor. İktidar, kayıtsız şartsız onun kişiliği ile bütünleşiyor. Örtük bir kutsallığı olduğunu da vurguluyor. İktidar, ekonomiden siyasete, eğitimden toplumsal yaşama kadar ondan yayılıyor. Başyüce’yi “Yüceler Kurultayı” beş yıllık süreler için seçiyor. Kurultayı da milleti de Başyüce temsil ediyor. Necip Fazıl, Başyüce’yi, “bütün yetkiler beşeri haddin en üstünüyle eline teslim edilmiş” ve “milletini kişiliğinde birleştiren /eriten” bir liderdir. Necip Fazıl, bütün yetkileri elinde toplayan ve adeta “üstün insan” özelliklerine sahip olan, “ferdi, millet, Allah’ı ve vicdanı” da temsil eden lider ve devlet başkanı için; ”Başyüce, kaba ve umumi manasıyla herhangi bir devlet reisi değil, derin ve girift, içtimai bir remzdir. Bir timsal…” diyor (age, s. 291).

Hükümet üyelerini de Başyüce seçiyor ve yine onun emriyle hükümet değişiyor. Bu sistemde, yukarıda da belirtildiği gibi genel seçim yoktur. Halkın iradesi “Yüceler Meclisi” tarafından temsil edilir. Seçime dayanmayan sistem askeri bir düzen içinde işler. Militaristtir. Necip Fazıl’a göre zaten “İslam inkılabı” orducudur. Bu ordunun bir de adı vardır; “Altun Ordu”. İslam İnkılabı’nın ordusu rejimin bekası için “gerektiğinde bir operatör bıçağı” gibi işleyecektir (age, s.130 vd). Eğer gerekirse, seçimler sadece Başyüce’nin icraatlarını onaylamak için yapılacaktır.

İşte, AKP lideri Erdoğan’ın “Üstad” dediği Necip Fazıl’ın savunduğu sistem budur. Bu sistem, sanırım günümüz Türkiye’sinden herkese bir şeyler anımsatacaktır. Bu nedenle, seçimler İslamcı faşist hareketler için sadece iktidara gelmek için bir araçtır. İktidardan gitmek için demokratik bir yol değildir. Dolayısıyla, seçimlerde hile yapmak, milletin iradesine el koymak, “kutlu dava” için meşrudur.

İslamcı faşist hareketler, seküler özellikli ırkçı ya da milliyetçi faşist hareketlerden daha geniş bir toplumsal tabana sahip olmasıyla da ayrılır. Çünkü halkın kutsalları üzerinden siyaset yapar, dini örgütlenme ve etkin bir rıza üretim aracı olarak kullanır.

Bu konu daha ayrıntılı ve uzun yazılabilir, ama şimdilik bitiriyoruz.