41. İstanbul Film Festivali 8 Nisan’da başladı ve 20 Nisan’a kadar sürecek. Harika bir seçki, birbirinden değerli filmler ve usta yönetmenlerin son filmleriyle dolu bir festival geçiyor diyebilirim.

Festival sürerken

Şimdiki zamanın durduğu salgın döneminin ve ardından gelen dünyadaki tüm gelişmelerin, insan ruh hali değişiminin, düşünce pratiklerinin tuhaflaşmasının sanatçıların zihninden nasıl kurmacalarla, belgesellerle, deneysellerle sinemada dışavurulduğunu çok merak ediyordum. Ve bu ilgimi tamamen karşılayan harika bir seçki, birbirinden değerli filmler ve usta yönetmenlerin son filmleriyle dolu bir festival geçiyor diyebilirim. 41. İstanbul Film Festivali 8 Nisan’da başladı ve 20 Nisan’a kadar sürecek. Bu yazıyı yazdığım tarihe kadar izlediğim filmler arasında Sonne, Peter Von Kant, Yarına Kadar, İnsani Şeyler, Günbatımı, Nitram, Yaşamaya Bak, Dağların Denizcisi, Coma, İyi Patron, Dört Duvar ve Kerr yer alıyor. Bunların arasından öncelikle sizlerin kalan festival günlerinde yakalama şansı bulabileceklerinizden kısaca kendi süzgecimden geçirerek yanlarında gösterim tarihlerini de ekleyerek bahsetmek istiyorum.

GÜNBATIMI VE COMA

Genç yönetmenlerden ilgimizi çeken ve takibe aldığımız isimler vardır, işte Michel Franco benim için onlardan biri. Kronik isimli filminin finalinde gösterdiği çelik kararlılığa hayran olmuş ve bunu Abril’in Kızları filminin gösterildiği Altın Portakal’da kendisi ile konuşmuştum. Kışkırtıcı sinemasına son filmi “Günbatımı” (Sundown) ile devam eden Franco bu filmde bir kez daha ünlü oyuncu Tim Roth ile çalışmış. İyi yazılmış senaryo nasıl da güçlü bir silaha dönüşebiliyor sinemada! Hafif bir konuyu zeki bir olay örgüsüyle anlatabilmek, Franco gibi iyi bir yönetmen ve anlatıcı olmayı gerektiriyor. Ayrıca filmde Tim Roth’un performansındaki o gizemli varoluşçuluğu ve yabancılığı izlemeye de doyamadım (20 Nisan). Bertrand Bonello’nun “Coma”sı ise bana göre festivalin kesinlikle kaçırılmaması gerekenleri arasında yer alıyor.

festival-surerken-1004262-1.

İyi bir sanatçının elinden çıktığı her anından belli olan film deneysel sinemanın sonsuzluğundan bir parça gibi akıp gidiyor. Film festivalinde olduğunuzu tam anlamıyla hissettirecek olan bu eser aynı zamanda Ulusal Yarışma bölümünde yer alıyor. 2022 Berlin FIPRESCI ödülü almış olan bu film hayalle gerçek arasında karışık bir fantezi ile örülü bir yerden pandemi dönemindeki ruh haline ve dünya ile ilgili kaygılara, ruhsal direncin kırılışına bıçak saplayan etkileyici bir deneyim sunuyor. Bonello, Coma ile, Nocturama (2016) ve Zombi Çocuk (2019) filmlerinin ardından bir üçleme oluşturmuş (16, 17 N).

İNSANİ ŞEYLER VE İYİ PATRON

“İnsani Şeyler” (The Accusation), radikal feminist bir kadının oğlu tecavüz ile suçlanırsa ne oluru tartışarak ilgi çekici bir yerde duran bir film. “Kadının beyanı esastır”, “metoo”, “feminizm” “sosyal medya” başlıklarını Fransa’da mahkeme salonuna taşıyan bu film adaletin hukuk içerisindeki sorumluluğuna üstüne basarak vurgu yapıyor. Siyaset uzmanı baba ve radikal feminist yazar bir çiftin örnek gösterilen oğlunun tecavüz suçlamasıyla yargılanması ile birinin diğeri üzerinde baskı oluşturduğu ana akım medya, sosyal medya ve yargının alanlarına giren film ideolojilerin belki de bir anlamda yeniden yorumlanması gerektiğini de göstermeye çalışıyor.

Fransız yönetmen Yvan Attal’ın Karine Tuil’in romanından uyarladığı film, yoğun ve iyi yazılmış mahkeme sahneleriyle seyirciyi yeniden düşünmeye teşvik eden oldukça kalburüstü bir dram (16 N). “İyi Patron” (El buen patrón), kariyerine 1994’te Sirenas isimli kısa filmle başlamış ve ismini geniş kitlelere İspanya’yı Oscar’da En İyi Yabancı Film kategorisinde temsil eden Güneşli Pazartesiler filmi ile duyurmuş olan Madridli senarist yönetmen Fernando Léon De Aranoa’nın son filmi. Goya Ödüllerini bu sene tabiri caizse adeta toplayan bu film, mizahı can simidi yaparak sert sulara girmiş ve keyifle yüzerek başarıyla kıyıya çıkmayı başarmış. Javier Bardem’in başrolünde oynadığı Güneşli Pazartesiler’de bir grup tershane işçisinin öyküsünü anlatan yönetmen bu son filminde bir kez daha Javier Bardem ile çalışarak işveren ve işçi arasında geçen iş, iletişim ve verim süreçlerini keskin bir komedi ile anlatmayı başarmış.

Kamerasını her iki tarafa da tutan yönetmenin hikâye anlatıcılığı ve mizah dilinin gücü ile ‘kötü ve iyi’ her ne kadar birbirinin zıttı değerler olsalar da aralarında büyük bir bağ olduğu sonucuna vardığını söyleyebiliriz. Film, kapitalist patronların ahlaki değerlerini ve sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiğini gösterirken medyanın parlattığı işçi dostu patronlar gerçekten söylenildiği kadar yardımsever mi sorularını aynı anda sorduruyor ve sermayesini korumak için her şeyi yapmaya istekli kapitalist toplumun alegorik bir anlatımını sunuyor. Aynı anda hem ciddi hem komik ve hem absürt hem gerçekçi olabilen film, akıcı ritmi ve Bardem’in muhteşemliği ile harika bir İspanyol filmi. (16, 17, 18, 20 N).

YARINA KADAR VE KOUDELKA

Ali Asgari’nın ikinci uzun metrajlı filmi “Yarına Kadar” (The Baby) ilk gösterimi 2022 Berlin Film Festivali’nde yapmıştı. İran’da gayri meşru çocuğunu ailesinden saklayarak büyüten genç Feriştah’ın, bebeğine bir günlüğüne bakması için bir yer arama süresince yaşadıklarını anlatan film, başkent Tahran’ın geleneksel ve katı yaşam kodlarının içerisindeki çıkmazlarını ve erkek egemenliğinin kurduğu adaletsizliği içeriden bir gözle ortaya koyuyor. Asgari’nin veya herhangi bir erkek gözün kendi alanlarından, tek başına bebek büyüten İranlı genç bir kadının içinde bulunduğu cendereyi tam anlamıyla yansıtamayacağını düşünüyorum. Feriştah’ın cesaretini, kararlılığını, tükenmeyen direncini, kadın kimliğini İranlı kadın bir yönetmenden izlemeyi daha çok isterdim (19 N).

festival-surerken-1004263-1.

Son olarak festivalde kişisel olarak en heyecanla beklediğim yapımın "Koudelka - Aynı Nehirden Geçmek” belgeseli olduğunu söylemem gerek. En sevdiğim yaşayan fotoğrafçı Josef Koudelka’dır, ki tesadüfen daha geçen hafta derste öğrencilere kendisinden bahsettim. Ayrıca aynı zamanda klasik arkeolog olduğumdan dolayı, bu iki alakamın bir araya geldiği bir belgesel benim için zaten bulunmaz bir fırsat. Coşkun Aşar’ın bu belgeselinde, Ruins isimli projesi için kamerasını Türkiye’deki antik kentlere çevirmiş olan Koudelka’yı izleyeceğiz. Onun hayata bakışı, felsefesi ve sanatına şahit olacak olmamız yeterince heyecan verici değil mi? Bence siz de kaçırmayın (16 N).

festival-surerken-1004264-1.