Ben aslında bugün Köksal’ı yazacaktım.

Tutkusunu, coşkusunu, heyecanını, öfkesini, hiç yitirmediği çocuksu saflığını yazacaktım.

Kızları Bengisu’ya, Deniz’e sevgisini, Şavşat’a sevdasını, Edirne’ye özlemini, SES’e düşkünlüğünü yazacaktım.
Başkanlığı sırasında, en ince ayrıntısına kadar ilmek ilmek ördüğü “Eşit-Ücretsiz-Nitelikli Başka Bir Sağlık Sistemi Mümkün Kurultayı”nı, gene o dönem öncülük ettiği “Her Şeyin Başı Sağlık/Sağlıkta Yıkımı Durduralım” programını yazacaktım.

Bir gece Ankara’dan Ordu’ya birlikte yaptığımız yolculuğu, otobüs sabaha karşı Çorum civarında mola verdiğinde bana uzaktan İbrahim Kaypakkaya’nın köyünü gösterişini, ertesi gün sabahın erken saatlerinde Boztepe’den Ordu’yu seyredişimizi, Düzce’de aile hekimliğine karşı mitingde, Karabük’te panelde, SES-DSD kamplarında, ÖDP’li Sağlıkçılar Kurultaylarında birlikte geçirdiğimiz zamanları yazacaktım.

Ve fakat, heyhat, bu topraklarda her geçen gün daha da gemi azıya alan cehalet acımızı, yasımızı yaşamamıza, yazmamıza bile izin vermiyor.

•••

Ben bugün Köksal’ı yazacaktım ve de Giresun’da doktor-hasta yakını anlaşmazlığıyla başlayıp ölümle sonuçlanan olaya dair yazmayacaktım.

Çünkü bir kere söylenmesi gerekeni TTB zaten söylüyor.

Dahası var.

Tamam, doktor hanım hastayı görmeden ilaç yazmama konusunda yüzde yüz haklı.

Üstelik, sabırsız ve aceleci davranıp yanlış yere Beyaz Kod vermiş bile olsaydı, polislere ters kelepçe takıp biber gazı sıkma emri vermediğine göre doğan sonuçtan sorumlu tutulamazdı.

O yaşlı insanın ölümünün sorumlusu biber gazı sıkan polisler ve TTB’nin bütün uyarılarına rağmen biber gazına koltukaltı deodorantı muamelesi yapmaktan vazgeçmeyen İçişleri Bakanlığı’dır.

Gene de, olaylar zincirinin başlangıcında doktorla hasta yakını bir yaşlı arasındaki tartışma var ve neticede eşinin ilaçlarını temin etmeye çalışan yaşlı bir insan ölüyor.

Bu durumda kamu vicdanının doktorun yaptığını sorgulamasında bir sorun yok bence.

Sorun, araştırıp soruşturmadan doktorun Beyaz Kod vermesiyle yaşlı insanın ölümü arasında doğrudan bağ kuran zihniyette.

Sorun, daha olayın ayrıntıları bile ortaya çıkmadan “doktor müsveddesi” diye tweet atan “gazeteci müsveddesi”nde.

Sorun, “Kuralın batsın doktor hanım!” diye köşe yazısı döşenen, tepkiler gelince de bir doktoru yargısız infaz eden kendisi değilmiş gibi “Doktorlardan meslek faşizmi” diye manşet atıp, hayatta böyle bir faşizm de varmış, linç edilmekten şikâyet eden gazetecilik anlayışında.

•••

Yeni Asır’da köşe yazarlığı yapan Nil Kuyumcu’nun yazısının başlığı aynen böyle.

“Kuralın batsın doktor hanım!..”

Kişisel web sitesindeki bilgilere göre en popüler yazıları “Bir kadın neden o erkeği kabullenir”, “Erkek evlilikten neden soğudu!”, “Kadınlar niye susamıyor!" olan yazarımız anında teşhisi koymuş.

Bütün mesele doktor hanımın “Eşini görmeden ilaç yazamam” diyen kuralından kayna
klanmış!..

Sonra da hükmü vermiş.

“Senin yüzünden 82 yaşında biri öldü!..”

Dokuz Eylül Üniversitesi Sinema Tiyatro Yazarlık bölümü mezunu, kendisinin “cümlelerin efendisi” olduğunu vehmeden yazarımızın, belli ki noktalama işaretleriyle uğraşacak zamanı yok, yoksa nerede kullanılacaklarını bilirdi, onu geçelim de, yazısına tepki gösteren doktorlara verdiği cevaba bakalım.

“1-Okuduğunuzu anlamıyorsunuz…

2-Okuduğunuzu anlamak istemiyorsunuz…

3-Bu hastayı görmeden ilaç yazamama vs gibi son dönemdeki yeniliklerle ilgili ciddi sorunlar yaşıyorsunuz!..”

•••

Bunları yazmış, üç satır sonra da şunları yazmış…

“Anlamayanlar ve anlamak istemeyenler için bir daha yazayım… Bir doktor, görmediği bir hastaya ilaç yazmamalı… Ortada bırak kanunu, kuralı, tıbbi bir gerçeklik var… Yazamazsın/yazmamalısın…”

Kabul ve dahi itiraf ediyorum; ben okuduğumdan bir şey anlamadım.

Bütün anladığım, doktorlara vurmanın şehvetiyle bilmediği, anlamadığı konuda ahkâm kesen bir yazarın okuyucunun dikkatini çekme arzusu.

Öyleyse kendisine kendisinin anlayacağı dilden cevap vermek farz oldu.
Gazeteciliğin batsın cahile hanım!..

Böyle ciddi konularda kalem oynatmayı bırak da “Erkeğin fabrika ayarlarını değiştirmek” türü yazılarına devam et.