Dünyada toplumları tehlikeye sokan meselelerin başında, kamusala ait olan pek çok şeyin neoliberal politikalarla önce gereksiz ve verimsiz olarak damgalanması, ardından da ortadan kaldırılması… Bu durumun sosyal ve ekonomik olumsuz etkileri bir yana, tek tek bireyler üzerimdeki psikolojik etkileri, bugün yaşanılan sorunların kaynağını oluşturuyor. Geçen haftaki yazımda da bahsettiğim Winnicott‘a referans vererek, kamusal alanlar ve nesneler, aslında bireyler için bebeklik dönemindeki geçiş alanları ve nesnelere benzer bir bakıma, işlevleri gereği. Örneğin ankesörlü bir telefon kamusal, cep telefonu kişisel… Parklar, bahçeler, belediye otobüsleri, devlet hastaneleri ya da okulları gibi uzun bir liste çıkarılabilir kamusal olanlar için. Kamusal olan, tıpkı geçiş nesnesi gibi, hem bize aittir, hem değildir, bir ara bölgede yer alır, herkesin eşit bir biçimde faydalandığı.

GEÇİŞ NESNESİ

Geçiş nesnesi, bir çocuğun dört, altı, sekiz, on iki aylar etrafında ilk kez kendiliği dışında bir nesneyi, bu bir battaniye ya da bir oyuncak olabilir, keşfetmesiyle ortaya çıkar ve anneden ayrışma sürecinde önemli bir aşamayı temsil eder. Geçiş nesnesi, hem bize ait, hem de ait olmayan, yavaş yavaş dış ve iç gerçeklik arasında oluşan o sınırdaki ara bölgede yer alır. Bir bebek için annesinin memesi, sanki kendisinin bir uzantısı gibidir örneğin, annesinin kendisinden ayrı bir varlık olduğunu yavaş yavaş deneyimler ve bu deneyimin yaratacağı hayal kırıklığı, kendisinin uzantısı olarak hayal ettiği bir battaniye veya oyuncak aracılığıyla yumuşatılır. Kamusal alanlar da, tıpkı geçiş nesnelerinin yer aldığı geçiş alanlarına benzetilebilir belki, ayrışmanın, bireyleşmenin, koruyucu bir biçimde gerçekleştiği.

KAMUSAL ALANIN SONU

Neoliberalizm eleştirileri, özellikle bizimki gibi dış gerçekliğin oldukça sert ve acımasız olduğu toplumlarda, bireyleşmeyi kolaylaştıran ve destekleyen kamusal araçlardan yoksun kalındığında, çarpık ve yüzeysel bir bireyleşmeye yol açtığı, daha doğrusu bireylerin yalnızlaştırılıp ya tüketime yönlendirildiği ya da kült tarikatlar, çeteleşmeler veya kapalı özel gruplar içinde kamusal ihtiyaçların karşılanıp bireyleşmekten vazgeçildiği bir sürece neden olduğunun altını çizer. Yıllardır bir kamusal televizyon kanalı olan TRT’yi izlemeyen büyük bir kesim var örneğin. Kamusal olanın tahrip edilmesinin dışında, kamu da tahrip edilmiş, parçalara ayrılmış ve gücü elinde bulunduran o alanı kendi özel alanı gibi kullanmaya başlamış.

DIŞ GERÇEKLİK

Kamusal alan yeterince iyi donatılmışsa, herkese belli ortak kurallar çerçevesinde açık ve herkesin kendisini rahatlıkla ifade edip kendisini gerçekleştirebileceği bir ortama dönüşebilirse, bireylerdeki değerlilik ve kapasite de o oranda artar. Örneğin daha geçenlerde, bir tıp öğrencisi, cemaat yurdunda yaşadığı baskılar nedeniyle intihar etti. Kendisine çok az zaman ayırabildiğinden, yapmak istemediği şeyleri yapmaya zorlandığından şikâyet eden bir mektup bıraktı. O cemaatin dini ya da ideolojik olup olmamasının bir önemi yok, o kişiye nefes alabileceği özel bir alan bırakmaması, yarattığı çaresizlik önemli. Kendisinden, ihtiyaçlarından, arzularından vazgeçerek bütünüyle dış gerçekliğe boyun eğmek zorunda kalmak, yıkıcı bir etki yaratır. Çocuklar, bu yüzden geçiş nesnelerine ihtiyaç duyarlar, dış ve iç gerçekliği uzlaştıracak bir ara bölgeye. Sadece dış dünya ve gerçekliğin önemli olduğu bir hayat, insanların kendi gerçek kendiliklerinden vazgeçip sahte kendilikler yaratmasına neden olur. Kamusal alanların yokluğu ya da tahribi, toplumlar için büyük tehlike…