İstiklal Caddesi’ndeki o korkunç saldırıdan sonra, bu topraklarda yaşamanın doğal bir sonucu olarak ‘korku’ üzerine düşünürken buldum kendimi. Korku, nefret ve acının birbirine yakın işlevleri var ve bir biçimde düşünmeyi iptal edebilme gücüne sahipler şiddetleri oranında. Pandemi sonrasında var olan finansal ve siyasi kurumların etkisizleşmesiyle bir virüs gibi yayılma etkisi arttı korku ve nefretin. Korku ve nefret virüslerini önleyecek tek şey, kültürel değerler; ama neoliberal politikalar sonucunda değişen kültürel değerler bireyleri değersizlik, yalnızlık, öfke, haset gibi duygular karşısında öylesine savunmasız bıraktı ki, bir de pandemiyle birlikte gelen sosyal bağların daha da zayıflaması eklenince... II. Dünya Savaşı’nın nedenleri arasında, I. Dünya Savaşı’nın neden olduğu korku, güvensizlik ve travma tepkileri gösterilir. Yaşanılan bu süreç, hangi sonuçların nedenleri olacak ya da oluyor?

Benjamin Kilborne, ‘Utanç ve Haset’ adlı kitabında 1798 doğumlu Thomas Hood’un bir şiirinden alıntı yapar: "Umutlarımız korkularımızı gizledi;/ Korkularımız, umutlarımız gizlendi / Öldüğünü düşündük uyuduğunda / Ve uyuduğunu, öldüğünde..."

Hood’a göre korkularımız her zaman var, umut o korkulardan doğar ve doğduğunda o korkular uykuya dalar. Korkuların bu denli viral bir özellik kazanması, umudun bireyselleşip zayıflaması, hatta ortadan kaybolmasıyla ilişkili olsa gerek. Siyasetin ve sanatın bu açıdan işlevi mühim, ama maalesef ülkemizde muhalefeti ve her tür muhalif düşünceyi değersizleştirip etkisizleştirerek siyaseti bitirmeye çalışan bir iktidar var ve bu nedenden dolayı özgür ifadeye muhtaç olan sanat da sıkışmış, yoksullaşmış durumda. 90’ların o kaotik ortamında bile bugüne göre sanat dünyası oldukça canlıydı.

Adam Phillips, ‘Dehşetler ve Uzmanlar’ kitabında, Hood’un dizelerindekine benzer bir tespitte bulunur ve fantezilerle ilişkisine değinir: "Korku bir tür beklenti, çarpıtılmış bir umutsa, korkudan söz etmek, geleceğe ilişkin fantezilerimizden ve bu fantezilerle ilişkilerimizden söz etmek demektir. Korkumuzun hedefi, -kaynağı farazi geçmişimizde bile yatsa- gelecek günlerin beraberinde getirebileceği, o çok yerinde tabirle hoşnutsuzluk (saadetin olumsuzlanması) dediğimiz duyguyu içeren her neyse odur."

***

Korku, çarpıtılmış bir umut... Phillips, Freud’a atıfta bulunarak insanlık durumunu "çaresiz bırakılmak" olarak tanımlar: "Çocuklar, dış dünyanın tehdit edici tehlikelerinden ebeveynlerinin vesveseleri sayesinde korunur; bu güvenliğin bedelini, dış dünyanın tehlikeleri karşısında çaresiz bırakılmalarına yol açacak bir sevgi yitimi korkusuyla öderler." Freud’a göre bu tanıdığımız ilk korkudur. Kıskançlığın da, hasetin de arkasında bu korku var. Ama korkuyla umut arasındaki ilişkiye dair "her intihar umut diktatörlüğünden kaçma girişimidir" diyen Phillips: "İnsanı tümüyle etkisi altına almayan (ya da dondurup hareketsiz bırakmayan) her korku, eyleme geçiren itici güç işlevi görür; bireyler yoklukları geri getirmek, geleceği ele geçirmek için her şeyi yaparlar. Talep ederler. Kaybetme olasılı¬ğıyla baştan zehirlenmiş aşkı garanti altına almaya çalışırlar. Bu anlamda korku, egonun fail olma yanılsamasının, her zaman elinden kayıp gidecek olan hâkimiyetinin (Nasreddin Hoca’nın temsil ettiği paradoksal hâkimiyetin, kaplanlardan darıyla korunmanın) olanaksızlığının çerçevesi ve temelidir."

Şair Hood gibi o da korkuyu ve umudu birbirinin karşısına koymaz. Çok korku ve çok umut aynı etkiyi yaratır, gerçeklikle bağı zayıflatır. Yani tıpkı öfke gibi korkunun da bütünüyle yok olması sağlıklı sonuçlar yaratmaz, her duygu gibi onların da bir işlevi var. Umut, geleceği ele geçirme çabasıysa eğer, bunu ancak korkarak yapabiliriz, ama bu korku fazlalaştığında gerçeklikten kopup düşünemez hale geliriz ki, otoriter iktidarlar tam da bunu isterler. Çünkü korkuda ‘hayali gelecek’ ve ‘geçmiş hoşnutsuzluklar’ birleşir, korku fazlalaştığında kişi geleceğin kapılarını kapatıp geçmişin korkularında yaşamaya devam eder. Örneğin bir kere reddedilen biri, bir daha reddedileceği korkusuyla kimseyle flört edemez hale gelir, kendisini geleceğin olasılıklarına kapatır. Geleceğin anahtarı, korkularımızla ilişkimizde gizli.