Gelecek gençlerle gelecek

Sirk gibi olduk iyice. Cebimizdeki para (eğer varsa), çok afedersiniz bir kuş gibi uçup gidiyor. Uçarken de elinize pisliyor bir de… Afedersiniz dedim çünkü beni affedin, paranızın artık değeri yok. Yani var ama yok oluyor, gidiyor. Her gün daha fazla çalışıp daha az kazanmak nasıl bir duygu, şimdi herkes anlıyor inceden.

Ama sorun yok, her gün 50 liralık fakirleştiğimiz için kimilerine bu o kadar da vurmuyor. Yine Lamborcini’yle vekil olmaya giden görgüsüz insanlar çıkıyor, yine sağda solda atar yaptığımız ama hiçbir yaptırım uygulayamadığımız ülkelere gemiler petrol taşıyor. Kimilerinin işleri tıkırında… Kimse garibanın derdinde değil, herkes kendini koruyor.

Dolar 4.65’i gördü az önce, peki biz neyi gördük? Bir ipucu vereyim, “Tersten” gördük ama görenler görebildi. Çünkü seçmenin en vasıflısı ve ülkeye yön vereni diyor ki “Bunlar dış güçlerin oyunu”… Mitolojiye inanmak gibi. Ya bırak mitolojiyi Örümcek Adam’ın gerçek olduğuna inanmak gibi neredeyse.

Seçmenimiz gazete okumuyor, haber takip etmiyor, her şeyin “dış güçlerden” olduğunu düşünüyor. O sırada kollarda çantalar, en pahalı markalarda, en garibanmışcasına gibi davranılıyor.

Mimar Doğan Hasol yazıyor “Ankara Garı yerleşkesinde yaklaşık 50 bin m²’lik TCDD arsası, binalarıyla birlikte Hacı Bayram Veli Üniversitesi’ne devredilecek, inşaatı da TOKİ yapacakmış. Gar ve o binalar 20.yy’ın ve Cumhuriyet’in mimari değerleri arasındadır. Bu gidişle ülkede 20.yy. hiç yaşanmamış sanılacak…”… Ne güzel değil mi? Sonra ülkemiz neden kimliksiz? Ülkede neden mimari ilerlemiyor. Ülkede neden estetik gelişmiyor. Tabii bunlar çok büyük lüks. Estetik gibi bir kavramla uğraşana kadar millet aç, aç… Aç ama mağdur tabii. Dış güçler var. Oyun büyük yiğen…

Aslında oyun “Büyük yiyen”… Neyse, geçelim bunları. “İtibardan tasarruf olmaz” anlayışı anlatıyor içsel görgüsüzlüğümüzü. İtibarımız olsun ama görgüsüz görünmeyelim isterdim oysa ki. Şeklimiz var ama içimiz bomboş olsun istemezdim. Neyse, o da belki bir gün olur. Hem içerik, hem şekil bizde olur…

Hazır başkanlık sistemi gelirken ben de bi şekilde isterim ki gençlikten sorumlu bakan olayım. Gençliğe ben bakayım. Gençler için neler yapmak isterim biraz da ondan bahsedeceğim şimdi de.

Öncelikle “Gençlik ve Spor Bakanlığı” olayını ortadan ikiye bölüyorum. Gençlik Bakanı olarak, gençlere imkan tanıyacağım. İtibardan kıstığım bütçeyle yapacağım bunu. Gençlerimiz kendi ülkelerini de başka ülkeleri de iyice gezip görecek bakanlığımda. Gençlerin yılda en az bir kere yurt dışına çıkmasını sağlayacağım. Festivallere, müzelere ve konserlere gidecekler. Oralarda, buralarda gezecek, görecekler. Genel kültürünü artırıp, yabancı gençlere örnek olacak insanlar haline gelecekler. İşte ancak o zaman “bizi kıskanacaklar”… Genç nüfusu geliştirirsen, geleceğini de geliştirirsin bu kadar basit.

Genç kardeşim okulunda okurken ne yapmak istiyorsa onu da yapacak. İster oyuncu olur, ister dansçı, ister müzisyen, ister hokkabaz, ister sporcu, ister tasarımcı, ne isterse... Herkese imkan ve fırsat sağlanacak. Eğitimin bitmeyen bir yolculuk olduğunu, insanın bildikçe cahilliğinin farkına vardığını öğrenecek. Ezberle, itaatle değil, sorgulamayla, farklı olmayla bir “değer”, bir birey olduğunu anlatacağız. Türk genci kendine güvenecek. Ama şimdiki gibi yalan dolandan, gerçekten uzak dizileri izlerken elinde kılıçla, çöp tenekesi kapağından kalkanla güvenmeyecek kendine. Bilgisiyle, saygısıyla, görgüsüyle güvenecek.

Gençler istediği gibi giyinecek, “Herkes bir şekil giyinir, şu şu şekil, bu bu şekil” diyeceğiz, farklılıkları kabullenecek, kendi farkımızı üretmeye çalışacağız. Gençler toplumu yönlendirecek. Çünkü bunun adı gelecek. Gelecek de gençlerle gelecek.

Sizi seviyoreee.