Toplumda kaygı ve huzursuzluğun bu denli yüksek olmasının bir nedeni de, gerçekliğin sürekli manipüle edilmesi. Enflasyon verilerinden salgınla ilgili rakamlara kadar her şey manipülasyon araçlarına dönüşmüştü. İnsanın belki de en zayıf noktası da kolayca manipüle ediliyor oluşu. Lacan‘dan bu yana biliyoruz ki, gerçeklik algımızı bir tür fantezi çerçevesi içinde düzenliyoruz. Etrafımızdaki her şeyi, bazıları geçici bazıları sabit hikâyeler bütünlüğü içinde algılıyoruz. Fantezilerin işlevi, kendi kimliğimizi, bütünlüğümüzü korumaya hizmet edecek şekilde gerçeklikte rütuşlar yapmak. Gerçekliği arzumuza ya da ihtiyacımıza göre değiştirmek, kendimizi kandırmaktan daha zor. Zaten kişisel gelişim endüstrisinin temel mantığı da bu, kolaylıkla manipüle ediliyor oluşumuz… Sadece ikna edici bir hikâyemiz olsun yeter. Bugünkü iktidar için de en çok, "Artık anlatacakları bir hikâyeleri yok" denmiyor mu? Ya da muhalefet de, halkı ikna edecek bir hikâye ortaya koyamadıkları için eleştirilmiyor mu? Hikâyelerin ya da fantezilerin bu denli ikna edici olması, aslında kendimiz ve gerçeklik hakkında rasyonel bir biçimde ‘kesin’ bir bilgiye, nihai bir sonuca ulaşabileceğimize dair önkabulümüzden kaynaklanıyor. Ama yok. Kesin ve nihai bir gerçeklik iddiası, ancak inançla mümkün olacak bir şey.

Çok satan kitap listelerine bakınca bile, gerçeklikle ilişkimizdeki sorunun boyutu anlaşılabilir. Çoğunluk, nasıl ‘gerçek’ kendisi olabileceğini söyleyen ya da öğretme iddiasındaki yayınlara yöneliyor. Komplo teorilerine ilgi bile, gerçekliğin gizli ve ulaşılması zor bir güç olduğu inancıyla ilişkili. Eğer o güce ulaşırsak, gerçeklik bütün ihtişamıyla önümüze serilecek ve bütün kaygılarımızdan kurtulacağız.

DİJİTAL İKİZ

Yakınlarda bir habere rastladım, yapay zekâyla ilgili; güya dijital bir ikizimiz olacakmış ve bu ikizimiz bizim kendi en iyi versiyonumuz olmamız için bize yardımcı olacakmış. Metaverse dünyası da böyle bir şey için iyi bir zemin hazırlıyormuş. Bir insanın bir okuldan mezun olup olamayacağı ya da suça bulaşıp bulaşmayacağı bu dijital ikizin değerlendirmeleriyle anlaşılabilirmiş. Bir zamanlar genlere yüklenen görev, dijital ikizlere yüklenip geleceği kontrol etme arzusu giderilmeye çalışılıyor anlaşılan. Ama bu dijital ikiz meselesinin herhalde en cazip kısmı, insanın en doğru tercihleri yapıp kendisini en iyi şekilde gerçekleştirebilmesinin önündeki engelleri aşma arzusu olsa gerek.

Kişisel gelişim endüstrisindeki mantığa uygun kitap isimleri, Düşüncenizi Değiştirin Kendinizi Değiştirin, Kendinizi Kullanma Kılavuzu, Gerçek Siz vb… Duygularınızı manipüle ederek kendinize ‘sahte’ bir kendilik yaratıp, bunun en iyi versiyonunuz olduğuna inanabilirsiniz. Yeterince telkin, inanç ve her şeye tutarlı bir yanıt verebilen sağlam bir hikâyeyle bu mümkün. Sanırım ‘dijital ikiz’ de arkasına ‘yapay zekâ’yı alıp bunu yapabilir bir ölçüde. Peki sonra ne olacak? Herkesin en iyi versiyonuna sahip olduğu bir dünyada yaşadığımızı hayal ettiğimizde, bu dünya ‘eksik bir varlık’ olan, aşk dahil her şeyi bu eksikliğe borçlu olan insanın dünyası, ‘yapay zekâ’nın dünyasına dönüşmüş olmayacak mı? Bu ‘eksik’liğe tahammülsüzlük, insan olmaktan vazgeçmeyle mi sonuçlanacak? Yoksa bu dijitalleşme de, insan evriminin bir parçası mı? Ama evrim, her zaman uyumu zorunlu kılar ve evrimsel değişimin bir ucu da yok oluştur. Doğayla ve dünyayla uyumlu olmadığımızı düşünürsek, evrimsel açıdan kendimizin dijital kopyalarına dönüşüp mü kaybolacağız? Bununla ilgili Isaac Asimov gibi bilimkurgu yazarlarının pek güzel hikâyeleri var. Bir zamanlar onlar da birer hikâyeydi, şimdi gerçeğe dönüşüyorlar. Hikâye deyip geçmemek lazım…

İşin ilginci, yazar Jennifer Niesslein gibi piyasadaki bu kişisel gelişim kitaplarına göre yaşadığınızı varsayalım, kaygı düzeyinizin çok ciddi düzeyde daha da artacağı kesin. Çünkü gerçeklik, oynanacak bir oyuncak değil. Gerçeklik, yapay zekâ ya da başka bir şeye teslim edilecek bir şey de olamaz. Yaşadığımız sorunların çoğu, bu teslim edişlerle ilişkili.