Başlıkta kastettiğim Trump yönetiminin geçen gün bizi de ziyaret eden Dışişleri Bakanı Pompeo. Başka bir şey değil!

Keşke bazı şeyler gitse! Covid, işte… Gitse ve bitse.

Geçen akşam, Bilim Kurulu’nun somut tavsiyelerinin ne kadarı olduğunu bilemediğim önlemler açıklandığında, bunların da yeteceği konusunda ciddi kuşkuya düştüm. Dünyada pandemiden en az etkilenen ülke olduğumuzu anlata anlata, sağlık sistemimizin mükemmelliği sayesinde ciddi bir sıkıntı yaşamadığımızı söyleye söyleye bugünlere geldik.

İlan edilen tedbirler, virüsün yayılımının karanlık çöktükten sonra olduğu gibi bir kabule dayanıyor sanki. Saat 20.00’den sonra kapanacağız! Medyada sürekli izlediğimiz “gece partileri” haberleri de, bulaşın nedenini buralarda görmeyi kolaylaştırıyor.

İşe gidip gelmekte, toplu taşımada yapacak fazla bir şey yok! Yapılabilecek olanları yapmaya da ekonominin mecali yok.

Şimdi alınan önlemlerden en fazla etkilenen, ezici çoğunluğu genç 2 milyon insanın çalıştığı yeme içme sektörü bile, ardından daha fazla açılmaya imkan verebilecek bir iki haftalık çok katı bir kapanmayı tercih ederdi.

Ancak, son derece net sorunlar karşısında çözüm alternatiflerimiz o kadar azalmış durumda ki… İnşallah deyip gidiyoruz. Yapa boza, boza boza…

Ekonomide şimdiye kadar mucizeler yaratan, “çok önemli” muhteşem adımlar atanlar gidiyor, ondan önce atılan adımları atanlar geliyor. Geçen gün bütçesi kabul edilen Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan yüzde 0.3 büyüme öngörüyor. Bizim alıştığımız ölçülere göre son derece mütevazı, değil mi? IMF’nin Türkiye için -5 büyüme öngördüğü 2020 için 0.3 büyümeyi değerlendiren yabancılar, bakanın açıklamasını “wishful thinking” (arzuya dayalı düşünme) olarak değerlendirdiler.

Hayırlısı, inşallah… Olmadı, onu de değiştiririz.

Varoşa da piknik yaptık ve iki devletli bir çözümün altını çize çize KKTC’nin 37. Kuruluş Yıldönümünü kutladık ya, “Reis” pankartlarıyla. Kimi Kıbrıslılar da ilk kez bir kuruluş yıldönümünde Fazıl Küçük, Rauf Denktaş, M. Kemal Atatürk posterlerinin olmamasını, kurucu liderlerinin mezarlarının ziyaret edilmemesini dert etmişler!

Erdoğan’ın oradan Azerbaycan’a selam gönderirken ima ettiği şey “çok önemli” ama: “Burada Azerbaycanlı kardeşlerimize kardeş Kuzey Kıbrıs’tan selam gönderiyoruz. İnşallah en yakın zamanda Sayın (KKTC) Cumhurbaşkanımız buradan Azerbaycan’a bir ziyaret yapmak suretiyle bu adımı çok daha farklı bir duruma getirecektir.

Nasıl farklı? Azerbaycan, KKTC’yi mi tanıyacak? Bu muazzam bir dış politika başarısı olur işte!

En büyük başarılarımızdan biri Trump’la istediğimizde görüşüp, liderler düzeyinde sorunları çözebilmemizdi! Onun bakanı, giderayak çıktığı Avrupa ve Ortadoğu gezisinde, artık hangisinden sayarak geldiyse, Türkiye’ye de uğradı ya…

Pompeo, “program sıkışıklığı” nedeniyle ne Ankara’ya gidebildi ne bir tek hükümet yetkilisi ile görüşebildi, ne de telefonla Erdoğan’a Trump’tan bir selam iletti.

Türkiye’nin inanç özgürlüğü konusunda pek rahatsız edici buldukları durumunun altını çizmek için Patrik I. Bartholomeos ile görüştü. Uçağındaki gazetecilerin, neden Türk yetkililerle görüşme olmadığı, hiç Müslüman din adamıyla da mı görüşmeyecekleri yönündeki ısrarlı sorularına “Rüstem Paşa Camii’ndekilerle görüşülecek ya” denildi.

Buraya gelmeden önce Fransa’da bol bol vakit bulup Türkiye’yi ve Erdoğan’ı çekiştirdiler ama… Karşılıklı demediklerini bırakmadılar!

ABD seçimi boyunca, sabah akşam televizyonlarda, “Gitme dur, ne olursun” şarkıları söylediğimiz yönetimin dışişleri bakanı da, giderayak, işte böyle geçti İstanbul’dan!