Geçen Cuma iki işim vardı: sabahleyin katılmam gereken bir toplantı (Dünya Hapisteki Yazarlar Günü) ve öğleden sonra bir çekim. Derken Perşembe akşamı arayıp, Jo Nesbo ile tanışmak ister miyim diye sordular.


Kiminle? Nesbo! İyi de, saat kaçta diye sordum. Neyse ki 12.00 civarında gitsem uygunmuş. Doğan Kitap çok satan yazarı Nesbo’yu getirmiş. Cumartesi bir imza günü varmış, Cuma da Four Seasons Otel’de söyleşiler. İyi kız Ceren bana onunla tanışıp biraz sohbet edebileceğimi, Nesbo’nun yeni kitabı, yani “Bıçak / Knife / Kniv”i de imzalatabileceğimi söyledi. Lafın kısası, Nesbo hayatıma zembille indi Kimseyi kandırmam, ikna etmem gerekmedi. Hatta Ceren gidebilirsem çok memnun olacağını söyledi. Estağfurullah, o memnuniyet bana ait.

Sonuçta söylenen saatte oradaydım. Hazret, arkadaki masada söyleşi halindeydi. Emrah Kolukısa sırasını bekliyordu. Ben de onun arkasındaydım, masasına oturdum. Ceren’e evden getirdiğim Nesbo kitabını gösterdim. En sevdiğim: Snowman. (Filmini değil, tabii) Yazarının da en sevdiği kitabıymış. Kardan Adam, bir de üçüncü kitabı: Kızılgerdan / The Redbreast. “Babamın yazmak istediği kitap”. İkinci Dünya Savaşı’nda Nazizm yanlısı ve karşıtı Norveçliler.

Sevimliydi, güler yüzlüydü, kendini beğenmiş biri de değildi. (Grangé’yi hatırlıyorum da…)

Ama Jo Nesbo şöhrete alışkındı. On yedi yaşından beri ne yapsa o dalda tanındı. Önce Molde FK futbol takımının yıldız, ödüllü oyuncusuydu. Aklında Tottenham vardı, dizi sakatlandı. Sonra askere gitti (Norveç’in kuzeyinde üç yıl) ve istediği her üniversiteye girebilecek notlar alabilmek için ders çalıştı.

Ekonomi ve İş İdaresi’ne girdi. Büyük bir şirketin kelle avcıları, okulun ardından onu ‘avladı’. Müziğe de başlamıştı. Die Derre (O Adamlar) grubunun solisti, bestecisiydi. Hobisini işe çeviren başka müzisyenlerin başına neler geleceğini bildiği için, gündüz işini korudu, geceleri gitarını çalıp şarkısını söyledi.

Sonunda temposu onu insan düşmanı yapınca, borsa ve müzikle altı aylığına vedalaştı. Uçağa binip Avustralya’ya gitti. Sidney’de bir otelde kaldı. Birisi ondan Die Derre’yle turnede olmak hakkında bir kitap yazmasını istemişti. O bir roman yazmaya karar verdi. Ama “Rockçıya bak, polisiye yazarlığına soyunmuş!” derler diye ‘nam-ı müstear’ kullandı: Erik Kim Lokker. Oslo-Sidney arasında otuz saat yazdı, otelde devam etti. Kitabın adı “Yarasa/Bat”ti, kahramanı da Harry Hole diye tuhaf bir polis. O da yazarı gibi uçağa binip Oslo’ya gidiyor, aynı otele iniyordu. Onu da uçak tutmuştu.

Halbuki boşuna üzülmüş. Yarasa çok sattı, ödüller aldı, eleştirmenler onu beğendi.

Harry Hole’u da. Nesbø’nun karakteri polis dedektifi Harry Hole, aslında yazarın kendisinden daha fazla ilgi çekti. Harry, çok uzun boylu, sarışın, zayıf, çirkin ama dikkat çeken bir adam. Çok fazla içiyor demek az kalacak. Özellikle bir soruşturmanın orta yerindeyken içip kendini kaybedecek diye bütün teşkilat endişeye kapılıyor. Amiri Gunnar Hagen (Ronan Vibert) herkesten çok korkuyor, çünkü ondan daha iyi bir polisi yok. Söz dinlemese ve kurallara aldırmasa da.

Jo Nesbo, Oslo’da doğdu, Norveç’in batısındaki Molde’de büyüdü. Ama anti-kahramanı Harry’yi Oslo’ya yerleştirdi. Oslo, adeta kitapların bir karakteri. Zaten İskandinav polisiyesi bizi biraz da bu atmosferlerle sarıp sarmalar.

Karşılıklı oturduk, kitaplarımı (Bıçak ile Snowman) “FOR SEVİN” diye imzaladı. Fotoğraf çektirmeyi unuttuk. Onu da Ceren halletti. Dayanamayıp Facebook’a koydum. “Ayıptır söylemesi,” dedim, “Nesbo ile birlikte.” Arkadaşlarımın bir kısmı da bunun ayıp olduğunu düşünüyordu. “Wow!”, “Oh, baby” gibi tepkiler de aldım. Bir arkadaşım, “Amanın!” demiş. Belki de ruh halimi en iyi yansıtanı budur. Ne de olsa yazarı ile aniden karşılaşmış bir Nesbo okuruyum.

cukurda-defineci-avi-540867-1.