Mimozayı çok severim. Ama ne hikmetse son iki yılda evimize hiç mimoza girmedi. Çünkü benim önünden geçtiğim çiçekçilerde ya satılmıyordu ya da ben eve gitmiyordum, dönüşte alırım dedim. Ne oldu dersiniz? Ben eve dönerken bütün mimozalar bitmişti. İnsan bunu iki kerede öğrenmez mi? Öğrenmiyor.

Birkaç gün önce sınıf arkadaşlarımın bir kısmından mimoza fotoğrafları yağmaya başladı. Hey Allahım, dedim, işte gene mimoza mevsimi gelmiş. Ancak tam o sıralarda mevsim de henüz bahara dönmediğini kanıtlamaya çalışıyordu. Martın kazma kürek yaktırma durumu mu acaba diye düşündüm. Sayılı fırtınalar da var, malum. Neyse ki onlar nisan ayında kar yağdıran sevimsiz fırtınalarmış. Takvime baksam anlarmışım ama bu yıl eve o allâme-i cihan (kısaca “çok bilmiş” diyelim) Saatli Maarif Takvimi’ni almayı ihmal etmiştim. Yoksa Günün Yemekleri ve Bugün Doğan Çocuğa Verilecek İsimler’in yanı sıra bu bilgileri de edinirdim elbet.

Sonunda anlaşıldı ki, Kocakarı Soğukları’ymış. Bu da başka bir terbiyesizlik. Neyse ki mimozalar için fazla ağlamama gerek kalmadı. Bizim kızlar, meraklı olanları Göztepe Parkı’na yönlendirmiş. Ben de Cumartesi Çaycıları ekibinin has üyesi Müren’e küçük bir tuzak kurdum ve cumartesi sabahı ayazında onu çaydan önce Göztepe Parkı’na götürdüm. Gerçekten de oradaydılar, birkaç ağaçtı ve çok güzeldiler. Müren benim mimozalar altında sırıtan fotoğraflarımı çekti. Ve derhal kendimizi en yakındaki en sıcak kafeye attık.

Bu arada ben İkinci Köprü üzerinde mimoza satan çocuklara rastlayıp kendime iki demet mimoza almıştım bile. Kendime ve eve. Bir demete 15 lira isteyen çocukla pazarlık edip (pek beceremem), iki tanesini yirmi liraya aldım diye sevinirken de, çocuk karşı kıyıdaki arkadaşına “İki taneyi yirmi liraya verdim,” diye seslendi. Biraz gittik, NTV’nin şoförüne, “Yani, iki demete yirmi lira veren kerizler de var mı demek istedi?” diye sordum. “Estağfurullah,” dedi. Bakalım bir daha rastlayacak mıyız çiçekçi kardeşimize?

Çok sevdiğim bazı şeyleri paylaşmakta zorluk çekiyorum. Mimoza seven var, çok şükür. Gene de, genç nüfusumuz bu kelimeye pek aşina değil. Hatta kelimeyi kullananların aslında “ne halt” olduğunu bilmiyor diye düşünüyorlar. Pardon ama, biliyoruz. Ama ben bunun beş beterini ‘hünnap’ta yaşamıştım. Ömrümün belirli bir kısmı hünnabın ne olduğunu anlatarak geçmiştir. Emin olun hakiki hünnap sonbaharda ortada dolaşan ‘eşek hünnapları’nın üçte biri kadar, pek leziz bir meyvedir.
Mimozaya gelince, doğrusu unutulmasına şaşıyorum, çünkü “Geçmiş Bahar Mimozaları” bana o kadar da eski değilmiş gibi geliyor. Okan Uysaler’in sevilen dizisi gerçekten iyi bir diziydi. Vikipedi’ye göre, “Psikolojik Türk dizisi”. Öte yandan, 1989’da TRT’de gösterilmiş, neredeyse otuz yıl önceymiş yani. Görenlerin unutabileceği bir yana, adını bile duymamış olanların sayısı hayli fazla olsa gerek. O sırada çocuk bile olsa, kafasında yer etmemiştir. Çocuk ne yapsın ki psikolojik diziyi? Doğrusu ben bulsam gene izlerim. Okan iyi bir yönetmendi.

Hakiki mimozalardan da çok memnun kaldık. Bir defa, memnuniyet verici bir şekilde kedilerin ilgisini çekmediler. Sonra o hafif ama nefis mimoza kokularını bütün eve yaydılar. Şimdi aradan üç-dört gün geçtiği için kuruyup küçüldüler ama gene de güzeller, mis gibi kokuyorlar. Keşke onlar geçmiş baharın mimozaları olmadan gene bir çiçekçiye rastlasam da iki demet alıp eve götürsem. Hem kokuları iyice içimize siner, hem de geçmişin iyi dizilerini bize hatırlatırlar.