Covid-19 pandemisinin tüm ekonomiyi sarstığı 2020’de, Türkiye’deki şirketlerin yardımına halka arzlar yetişti. Borsaya kote şirketler, 2020 yılı boyunca daha fazla oranda hisse senetleri basarak, yatırımcılardan para topladı.

Hamsileri tavaya kim koydu?
Fotoğraf: DepoPhotos

Türkiye, Sedat Peker’in ifşaatıyla çalkalanıyor. Peker’in anlattıkları her zaman bu denli gündeme oturmuyordu. Fakat bu sefer, Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) çevresinde dönen dolaplar, zannettiğimizden daha ciddi bir resmi gösteriyor olabilir. Bu nedenle, Peker’in SPK hakkındaki iddiaları üzerine düşünmeye değer.


Konu borsa olunca, resmin detaylarına hâkim olmak için teknik terimleri de bilmek gerekiyor. Fakat son tezgâh, gözümüzün o kadar önünde yaşanıyor ki, mesele teknik olmaktan çıkıyor. Fakat yine de balinalardan ve hamsilerden bahsetmek gerekebilir.

Balinaların ve hamsilerin oyunu: Borsa

Hisse senedi borsasının Türkiye’deki tarihi, Batı’dan çok sonra başlıyor. Bir kere, aile şirketinin ötesine geçebilen şirket sayısının azlığı bunun temel nedenlerinden biri. 1950’lerde, 60’larda bir hisse senedi borsası olsaydı, bu borsada ne kadar şirketin hissesi işlem görecekti? Bunun yanı sıra, sermaye hareketlerinin sınırlı olduğu, kambiyo denetiminin işlediği bir ülkede hisse senedi borsası ne kadar cazip bir seçenekti?

Bu nedenle, bizim memlekette bir hisse senedi borsası ya da geniş anlamda bir menkul kıymet borsasının kurulması için 1980’li yılları beklemek gerekecekti. Böylece 12 Eylül Darbesi’nin ardından 1 yıl bile geçmeden SPK kuruldu. Bu kurum, Türkiye’nin ilk düzenleyici denetleyici kurumudur. Ardından RTÜK, Rekabet Kurumu, EPDK, BDDK gibi diğerleri kuruldu.

SPK’nin kuruluşundaki amaç, Türkiye’de de bir menkul kıymet borsasının oluşturulmasıydı ki, o da 1985’te İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) adıyla kuruldu. Enteresandır, Turgut Özal, 1981’de SPK kurulurken darbe hükümetinin ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısıydı, 1985’te İMKB kurulurken de ANAP hükümetinin başbakanı…

İMKB kurulduğunda, sadece 48 bin kişi borsa yatırımcısıydı. Kimse borsayı bilmez, borsadan para kazanma hayalleri kurmazdı. Fakat 1989’da TL konvertibl hale gelince, başka bir ifadeyle, yabancı sermaye hareketlerinin önündeki engeller kalkınca, 1990’da borsadaki yatırımcı sayısı 1 milyonu buldu. O yıl, İMKB’de yüzde 500’ün üzerinde değer artışı yaşanınca, borsa herkesin dikkatini çekmeye başladı. Yüksek enflasyon ortamında, paranın değerini korumanın yollarından biri olarak hane halkının gündemine sokuldu borsa.

Borsada küçük yatırımcıya hamsi, büyük yatırımcıya balina demek bizdeki borsacıların argosudur. Fakat, bu argo, borsanın çalışma prensibine ilişkin de fikir verir. Balinalar, oyunu belirleyebilecek ve hamsilere tuzak kurabilecek güçtedir. Hamsiler, kısa vadede kârlı yatırımlar yapabilir ama günün sonunda balinalara yem olmak, hamsilerin kaderidir. İşte bu oyunun bu kadar acımasız oynanmaması için SPK var.

Neoliberalizmden sopalı liberalizme

SPK, bu haliyle, neoliberal ekonomik-politik programın kurumsallaşmasında son derece kilit pozisyondaydı. Tıpkı diğer denetleyici kuruluşlar gibi. Bu kurumların kirlenmesi ya da lağvedilmesi halinde böyle bir düzene neoliberalizm demek mümkün müdür? Evet, model, piyasa serbestliğine dayanıyor ama neoliberalizme özgü kurumlarda mahrum biçimde büyüyor. Bu kurumların yerini de yürütme erkinin zor aygıtı alıyor. Bu nedenle, sistem neoliberalizmden çok sopalı liberalizme benziyor. Çünkü, neoliberalizmin her türlü eleştiriye vereceği cevap, denetim mekanizmasının güçlü kurulması gerektiğiydi. Sistem, denetleyici kurumlarıyla da eşitsizlik yaratır, kabul, fakat bu kurumlar en azından sistemin ayakta kalmasını sağlardı. Anlatılagelen buydu. Kurumlardaki çöküş, sistemin ve ona ruhunu üfleyen ideolojinin de çöküşü anlamına geliyordu. Bu haliyle, Turgut Özal’ın şahsında ete kemiğe bürünen, daha sonra AKP döneminde tamamlanan neoliberal-İslamcı dönüşüm son ifşayla birlikte büyük bir çöküş yaşıyor. Sadece neoliberalizm değil, onun Türkiye’de yaygınlık ve meşruiyet kazanmasına neden olan İslamcılık da çöküyor. En basit örnek; SPK Başkanı Ali Fuat Taşkesenlioğlu faiz haram olduğu için, hayatı boyunca konvansiyonel bir bankada çalışmış biri değil. Kariyerine, Suudi sermayeli Faisal Finans’ta başlamış. Daha sonra Fethullahçıların Bank Asya’sına transfer olmuş. Oradan kamuya geçiyor. Artık kimse, “Ya, faize el sürmemiş, bu derece dininde diyanetinde bir kişi, böyle bir pisliğin içine girer mi” diye sormuyor. Hatta tam tersi, “Yapar bunlar” söylemi çok daha yaygın.

Bunlar yapar yapmasına ama Borsa İstanbul’a bağlı Veri Analizi Platformu’nun verileri, “bu kadar hamsiyi tavaya kim koydu” sorusunu da beraberinde getiriyor. Bu sorudan hareketle, mesele Taşkesenlioğlu kardeşlerin adli bir vakasından çıkıyor ve politik-sistematik bir boyut kazanıyor.

Pandemide hamsiyle beslenen balinalar

Covid-19 pandemisinin tüm ekonomiyi sarstığı 2020’de, Türkiye’deki şirketlerin yardımına halka arzlar yetişti. Borsaya kote şirketler, 2020 yılı boyunca daha fazla oranda hisse senetleri basarak, yatırımcılardan para topladı. Yatırımcı denince akla, büyük sermaye grupları gelmesin, hemen hepsi 50-100 bin TL’den daha az parayla bu işlere bulaşan hamsilerdi.

Aynı günlerde, hatırlarsınız, Merkez Bankası’nın başında Murat Uysal, Hazine ve Maliye Bakanlığı koltuğunda Berat Albayrak, SPK’nin başında da Ali Fuat Taşkesenlioğlu bulunuyordu. Makro ekonomide takip edilen yol düşük faiz politikasıydı. Böylece hane halkı, tasarruflarını banka mevduatlarında değerlendiremedi, dövize akın etti. Toplam mevduatların yarısından fazlası yabancı paraya dönüyor fakat döviz kurları yükselmiyordu. Bu esnada, yükselen döviz talebi, Merkez Bankası’nın rezervleri yakılarak yumuşatılıyordu.

Küçük tasarruf sahibini sıkıştıran bu uygulama, hamsileri, Borsa’ya yönlendirdi. Aşağıda, borsadaki yatırımcı sayısını göreceksiniz.

2017 Temmuz: 1 milyon 35 bin kişi
2018 Temmuz: 1 milyon 178 bin kişi
2019 Temmuz: 1 milyon 165 bin kişi
2020 Temmuz: 1 milyon 617 bin kişi
2021 Temmuz: 2 milyon 407 bin kişi
2022 Temmuz: 2 milyon 525 bin kişi

Bir el, küçük yatırımcıyı sıkıştırıyor, borsaya yönlendiriyordu. Böylece 1 yılda 1 milyon yeni yatırımcı daha doğrusu hamsi borsaya akın etti. 2018’de borsadan kaçan büyük ama yabancı balinaların boşluğu küçük ama çok sayıdaki yerli hamsiler tarafından doldurulmaya çalışıyordu. Borsa İstanbul, 37 yıllık tarihinde ilk kez bu dönemde 2 milyon yatırımcıyı gördü.

Pekala, bu bir başarı hikayesiyle anlatılabilir. Fakat tablo bu kadar basit de değil. Borsa İstanbul’un bunca hamsiye rağmen piyasa değeri 2021 yılı için 143 milyar dolar. Bu değer, tüm borsalarla kıyaslansa, Borsa İstanbul en değerli 65’inci borsa olabiliyor. Avrupa’nın Amerika’nın en değersiz borsası. Yarıştığı lig, Güney Amerika ya da Afrika Borsaları… Mesela New York Borsası’nın aynı dönemdeki toplam değeri 25,2 trilyon dolar.

Fakat, Borsa İstanbul’un dünyada şampiyon olduğu bir veri de var. O da işlem hacmi. Hemen tüm yatırımcıların hamsi olduğu, birkaç balinanın piyasayı yönlendirebildiği böyle bir borsada, işlem hacmi izaha muhtaç biçimde çok yüksek. Nedeni açık, Türkiye’deki borsa sistemi uzun vadeli yatırım yapılan değil, sürekli alım satımlarla, vur-kaç yöntemiyle paradan para kazanılan bir yer. Yine 2021 yılı itibariyle 143 milyar dolarlık piyasa değerine karşılık 794 milyar dolarlık alım-satım yapılmış Borsa İstanbul’da. İşlem hacminin piyasa değerine oranı yüzde 574! Bu oranla Borsa İstanbul tüm rakiplerini geride bırakmış durumda.

Düşünün, borsa değerinde 65’inci sıradasınız. Son 2 yılda, yatırımcı sayısını 2’ye katlıyorsunuz. Ve işlem hacminin piyasa değerine oranında dünya şampiyonusunuz.

Bu resme çok yakından bakmanıza bile gerek yok. Sadece bu veriler bile, Türkiye’deki borsa sisteminin hamsileri tavaya koyma sanatı olduğu ortada.

Soru şu: Hamsileri tavaya kim koyuyor?