“Kim bu?”

Derginin sayfalarını çevirerek çıplak kadın fotoğraflarını gösteren gurbetçi Musa çapkın bir bakışla, Kasımpaşalı bir kabadayı edasıyla ‘r’leri bastırarak “Bu biraz yengen olur yavrum!” der. Yeni bir sayfaya geçilir, köy kahvesini doldurmuş adamlardan biri sorar: “Ya bu, Musa?” Musa’nın özgüveni müthiş: “O da yengen, ayıp ettin!” Musa’nın etrafını kuşatan erkekler, hayatlarında böyle bir yayın görmedikleri için belki de fotoğraf albümü sandıkları dergideki kadınlara acıklı bir ihtirasla bakmaktadır. Sayfa çevrilir, aynı soru, aynı cevap: “Yengen yavrum, yengen!”

Derginin sayfalarına aç gözlerle bakanlardan biri, Mahmut, Musa’yı zorla kalabalıktan ayırıp dışarı çıkarır, köy kahvesinin önüne park edilmiş gurbetçi Mercedesinin önünde Almanya’ya nasıl gidebileceği konusunda bilgi almak için sıkıştırır. İşte Şerif Gören’in küçük başyapıtlarından Almanya, Acı Vatan (1979) böyle başlıyor.

Şimdi, Mahmut karakteri Almanya’ya göçmen işçi olarak gitmeye daha önceden karar vermiş olabilir tabii; ama filmsel anlatının kuruluş biçimi bu Almanya arzusunun çıplak kadın fotoğraflarının yarattığı erotik enerjiyle patlayışını göstermeyi amaçlıyor. Anlıyoruz ki Mahmut da Musa’nınki gibi bir ‘fotoğraf albümü’ne sahip olmayı istemektedir -penisinin götürdüğü yere giden adam!

Filmde sunulan belki biraz indirgemeci bir yaklaşım, ama ne yazık ki yanlış değil; din, gelenekler ve devlet tarafından bastırılan arzular öyle dehşetli bir birikim yaratıyor ki, bastırılanın geri dönüşü kelimenin tam anlamıyla ‘dehşetli’ olabiliyor. Bu bastırma ve geri dönüş faciaları için en çok veriyi toplayabileceğiniz ülkelerden biri de Türkiye: Kapalı toplumsal yapı nedeniyle özellikle kırsal kesimde sık rastlanan ve tamamına yakını ‘rıza dışı’ olan ensest cinsellik; toplumun ezilen kesimlerinin toplaştığı bazı alanlarda -büyük kentlerin kenar mahalleleri, fakir öğrencilerin güya ‘barındırıldığı’ vakıf yurtları vd.- yaşanan pedofili patlaması; çarpık kentleşmenin, çarpık gelir dağılımının, çarpık tüketim biçimlerinin, çarpık eğitimin, çarpık inanç ve geleneklerin ürettiği hastalıklı erkek-egemen kültür nedeniyle sürekli artan taciz ve tecavüzler… İslamcı para babalarının kamusal alanı işgal ve mülkleştirme savaşı verdiği son on yılda yaşanan bunca rezillik gökten zembille inmiyor ya!

Musa Mahmut’a bir yol önerir: Köyün bekar gurbetçi kızı Güldane’yle evlenerek Almanya’ya gidebilirsin. Böylece ‘saf, pırıl pırıl Anadolu genci’ Mahmut (Rahmi Saltuk) Güldane’yle (Hülya Koçyiğit) göstermelik bir evlilik yapıp Almanya’ya yerleşir. Bir süre sefalet çektikten sonra Güldane’nin yol göstermesiyle biraz düze çıkar. Ama ne çare, bastırılan her zaman geri döner! Bu kültürde, kadını daha da çok bastırmak için mutlaka geri döner. Böylece, Mahmut’un arzularıyla -cinsel, dinsel, tinsel, geleneksel her türden arzularıyla!- başlayan film, Güldane’nin trajedisiyle biter.

Güldünya’yı hatırlıyor musunuz? Hani akrabasının tecavüzüne uğrayıp hamile kalan, sonra da ‘namus temizlensin’ diye öz kardeşi tarafından öldürülen Güldünya Tören? İşte bu filmdeki Güldane Güldünya’nın 1979 versiyonudur; yasalarıyla, milli ve dinsel eğitimiyle, tuhaf gelenekleriyle iyice ölümcülleşen 12 Eylül Türkiyesi sayesinde Güldünya’ya dönüşecek bir prototip...

Taciz-tecavüz olayları AKP öncesi dönemde de oluyordu elbette, ama hiç bu kadar yüksek sayılara ulaşmamış, hiç bu kadar kurumsal bir karakter kazanmamış, hiç bu kadar ‘istikrarlı’ hale gelmemişti.

Nedeni belli: Ankara’nın en büyük kahvehanesinde bir adam bir derginin -belki bir atlasın- sayfalarını çevirerek yandaşlarının ağzını sulandırıyor, kocaman ülkeye ‘yengen’ muamelesi yapıyor.