Başbakanımız kendi kendini iptal etti ya da denetim masasından kaldırıldı (uninstall yöntemiyle). Tabii yiğidi öldürüp şehit yazmak gerekir, etlisiyle sütlüsüyle eğlenceli bir insandı eski bambaşbakanımız. Çocuklar gibi şen bir insandı, bu bile başlı başına önemli bir şeydi kimileri için. Çünkü buralarda yaşayanlar, uzun süredir yüzü gülen, gülümseyen bir yönetici görmemişti. En fazla konuşma yapan birilerinin arkasındaki kalabalıkta duran, az bıyık altından “Ehehe ehehe” diye imalı imalı sırıtan siyasetçiler görmüştük. Tarkan’ın da dediği gibi: Gülümse kaderine…

Çocuklarla arası çok iyiydi eski bambaşbakanımızın. Umarım yenisinin de öyle olur. Çocuk demek gelecek demek çünkü. Eskisi kafadan tutup havaya kaldırıyordu çok sevmek istediği zaman. O hareket omurgayı da açıyor sonuçta, gelişime boy atmaya el veriyor genç bünyelerde. Hatta o bünyeleri ara sıra havaya atıp tutuyordu güven veren kolları arasında… Gün geliyordu, çocuklarla oturup sohbetler ediyordu. Çocuktan al haberi.

20 aylık bambaşbakanlığında çok fazla can kaybı yaşadık. Sivil, asker, polis, çocuk, ne varsa öyle ya da böyle can verdi, kentler boşaldı, canlar yandı. Herkes birilerini suçladı, ölenler öldü, kalanlardan da bir kısmı sizlere ömür. Umarım yenisi bu kadar ağlatmaz.

Yine kendi döneminde artık büyük şehirlerde yaşayanlar bile sokağa çıkmaya, kalabalık yerlere gitmeye korkar oldu. Ortadoğu’nun tercihi canlı bomba gibi akıl almaz bir yeni terör modası gündelik hayatta da yer buldu. Yabancı ülkelerin konsolosluklarının attıkları e-postalar ya da tivitler bile vatandaşı ürpertir oldu. Valisi “Sıkıntı yok. Sıfır sıkıntı!” dedi, öbür valisi “Süpermen miyim de havada roket tutayım?” diye isyan etti. Siyasi derinlik bilek seviyesine yükseldi.

Sözün bittiği yere çoktan gelindiğinden, şehit haberleri artık gündelik yaşamın neredeyse bir parçası oldu. Bir sürü insan ne olduğunu bile anlamadan, hayatını tam yaşayamadan, bir şeyleri istediği kadar sevemeden yitti gitti. Arkalarından hayatlarını kaybettikleri tüm olaylar ivedilikle kınandı. Hızlı kınadı dikkat edersen.

Mecliste oy birliğiyle terör soruşturulmadı, cumaları Google’a bakan bakanlar aklandı, hiçbir şey olmamış gibi devam edildi, el ele aklılık pozları verildi. İktidar partisi dışında neredeyse hiçbir yerden gelen önergeler kabul edilmedi. Hatta çocuk istismarı konusunda bile bu tutumdan vazgeçilmedi. Muhalefetin verdiği öneri reddedildi, iktidar partisinin getirdiği öneri kabul edildi. Sonuçta dik durmak bunu gerektirdi.

Dik durmak boyu uzatmadı. Üzücü ama gerçek. Bir noktada sevimli başbakanımız bir gün aniden, hatta sabahında uzun ve orta vadeli Suriye politikasından bahsettikten birkaç saat sonra bir akşamüstü “Bi odama gelir misin?” denildi ve işinden oldu. İstikrar için demek ki arada bir %49 oy almış başbakanı değiştirmek gerekiyor diye düşünüldü. Mantık da bunu gerektirir. Sonuçta bizde mantığın da yerli ve millisi kullanılıyor çok şükür.

Şimdi ne olacak? Kimisi diyor ki yeni bambaşbakan “düşük profilli olacak”, kimisi diyor ki “Zaten var mıydı?”, kimileri de “Kimin piyonuydu da gitti?” diye sitem ediyor. Mevkinin ardından kötüleme ya da yüceltme hep yapılır, z raporu alınır. Beni en çok “Düşük profilli” tanımı şaşırttı. Pencerelerdeki, LED tv’lerdeki gibi bir düşük profil midir bilemedim. Okuma-yazma mı bilmeyecek ya da yabancı dili mi eksik olacak, onu da bilemedim. Zaten o da bir söylenti. Yani birisi çıkıp “Bundan sonraki daha az yakacak, daha çok gidecek” dese, ona bile inanırım. Sonuçta kimsenin dediği değil en yetkili amirin kararı geçer sayılıyor.

Bence yenisinde otomatik pilot olmasın. Kendi kendine analiz-yorum yapmasın, istenmeyen anda istenmeyen yerde, istenmeyen şeyleri söylemesin, çok olumlu bir insan olmasın ama öyle görünsün, ona baktığımızda kendisini değil de başka bir sureti görelim, bana yeter.

Sonuçta isimler değişir ama mevkiler değişmez ya da mevkiler de hayat da geçer gider...

Adını siz koyun.