Amasra‘da yaşanan maden faciası, her ne kadar bir infial yaratsa da, birilerini istifaya zorlayan bir hesap sormaya dönüşme ihtimali şimdilik zor görünüyor. Soma faciası olduğunda da toplumsal tepki beklenilenin çok altındaydı, maden işçisine tekme atan bürokrat bile terfi ederek yoluna devam etti. Ormanlar yanarken de, sansür yasası Meclis’ten geçerken de... Bunun nedeni olarak pek çok şey söylenebilir, hatta Türkiye özelinde darbeler tarihine ve baskılanan, kutuplaştırılan toplumsal yapıya dair söylenebilecek her şey söyleniyor da... Ama bu tepkisizlik halinin dünyanın da bir meselesi olduğu, siyasi açıdan hayal kırıklıklarının umutsuzluğu güçlendirdiği de bir gerçek. Artık gelecek deyince, salgın hastalıklar, nükleer savaşlar, ekonomik krizlerle dolu distopik bir manzara canlanıyor çoğu kişinin gözünde. TV dizileri ve filmleri de, hatta bilgisayar oyunları bile distopik tahayyüleri konu ediniyor sık sık.

TEKNİK UYGARLIK

Toplumsal simgelerin ve bağların çözülmesi ve sonuçlarına dair bu köşede yazıp duruyorum bir süredir. Bu tepkisizlik hali üzerine düşünürken, 2001 yılında yayımlanan Alman felsefeci Gernot Böhme‘nin ‘Ethics in Context‘ adlı kitabına rastladım. Günümüz etik anlayışının meselelerini çok önceden tartışmaya açmış yazar. Böhme, erken modern dönemdeki doğaya yabancılaşma durumunun ‘teknik uygarlık‘ aşamasıyla başka bir düzeye sıçradığı üzerinde duruyor kitabında. Teknik uygarlığa geçişin, uygarlaşma sürecinin ana eğilimini tersine çevirmese de zayıflattığı görüşünde. Artık Freud‘un yaşadığı dönemdeki gibi içsel bastırmanın etkisi azalmış durumda. Belki de bu yüzden çağın öznesi artık nevrotik değil psikotik… Freud, uygarlığın, dürtülerin bastırılması sayesinde mümkün olduğu görüşündeydi. Sanat, din, bilim ve felsefe, birer idealizasyon mekanizması olarak insanını dürtülerini bastıran kültüre adaptasyonunu sağlıyordu ve insanın hem kendisiyle hem de toplumla mücadele ederek uygarlığın gelişmesine ve sorunlara çözüm üretmesine imkân veriyordu. Ama şimdiki durumda, içsel bastırma mekanizması dış güçler tarafından yeniden ele geçirilmiş durumda. Örneğin sosyal medya haset etme ve ettirmeyi sonuna kadar kışkırtabiliyor. Kişisel gelişim endüstrisi, insanların iç dünyasını pazara uygun bir biçimde yeniden şekillendirebiliyor. Dürtülerin bastırılması yerine kısmi olarak özgürleştirilmesi, kişilerde bir bölünmeye de yol açıyor. Trafikte ya da işte bastırılması gereken dürtüler, tatilde, özel mekânlarda serbest bırakılmaya teşvik ediliyor. Sofra adabının serbestleşmesinden cinsel ahlakın gevşemesine kadar pek çok başlık, geçmişten günümüze dürtülerin bastırılması serüvenini anlamak için yardımcı olabilir.

İYİ İNSAN

Peki ama asıl soru şu, dürtülerin eskisi gibi bastırılmadığı, bastırmaktan çok müdahale edilip kullanılmaya çalışıldığı bir zamanda, iyi insan olmanın anlamı değişti mi? Örneğin Ukrayna‘daki savaş ya da Amasra‘daki maden faciası ne kadar ve nasıl etkiliyor geniş kesimleri? Performanslarını ve hedeflerini ahlaki bir çabaya göre değil de teknik araçları uygulama becerisine göre belirleyen kişiler için iyi insan olmanın anlamı elbette farklı. Bu kişiler, ekolojik yıkıma, gıda maddelerinin kirlenmesine, yoksulluğa ve savaşlara karşı sadece bireysel bir sorumluluk hissediyor. Toplumsal sorumluluk, sözde tarafsızlaştırılan devlet aygıtlarının ahlaktan arındırılmasıyla, haklar ve görevlerin kapitalizmin işleyişine uygun olarak dağıtılıp teknik bir mesele haline getirilmesiyle ortadan kaldırılıyor. Artık herkes birer tüketici olarak gıda dedektifi olabilir ya da daha az uçağa binip çevreye zarar vermemeye çalışarak kendisini avutabilir. Şirketler ve devletler, ürün ya da oy tercihi yaparken cezalandırılabilir oldular sadece. Deterjan firmalarının reklamlarda kullanmak için göstermelik denizleri temizleme çabası gibi pazarlama stratejileri de gittikçe yaygınlaşacak gibi görünüyor. Bu sistemde birey tümgüçlülük yanılsamasıyla donatılır ve gerçeklikten koparılıp fantezilere sürüklenirken, bir yandan da her konuda bütün kararları yapay zekâ ve uzmanların insafına terk etmesini sağlayarak acizleştirilir. Amasra faciasına bakıp, sadece kendi acizliğini anımsayan birey, yetkililerin ‚kader‘ açıklamaları ya da muhalefet partilerinin hesabı ‚sonra‘ sorulacak açıklamalarıyla teselli bulacak ya da bu tür haberleri görmezden gelecektir.

Böhme, ‚iyi insan‘ olmanun önkoşulu olarak, kişinin hayatını ciddiye alması gerektiğini öne sürüyor. Başka şeyler de sıralıyor Böhme, siyasi bağlılığın ahlaki bir temele oturtulması gibi. Ama galiba, kişinin hayatını ciddiye alması meselesi, gözden kaçırılan önemli bir konu. Kişi, kedi hayatını önemsizmiş gibi hissettiğinde, başkalarının yaşamına da önem vermeyi bırakıyor. Haftaya buradan devam