1 Haziran’dan itibaren şehirler arası yolculuk edebilecek, restoranlara gidebilecek, müze gezebilecek, denizde yüzebilecek, camilerde namaz kılabileceğiz. Yaşasın normalleşiyoruz!

Bu ‘yaşasın’ nidasının yaşamlara mal olabileceğini düşünen, önlemlerin en azından 15 Haziran’a kadar sürmesinden yana olan, vakaların yüzde 65’inin görüldüğü İstanbul’un özel olarak değerlendirilmesi gerektiğini vurgulayan bilim insanları var.

Umarım korkulan olmaz!

Türkiye’nin virüsle mücadele konusunda neyi ne kadar doğru yaptığı tartışmalı, resmi veriler kuşkulu olsa da, kimi AB ülkelerinin yaşadıklarını yaşamadığımız ortada.

Peki, Türkiye’nin farkı ya da şansı neydi de kimi ülkelerde yaşananlarla karşılaşılmadı?

Sorunun resmi yanıtı belli: Önlemleri herkesten önce aldık, sağlık altyapımız mükemmeldi, yoğun bakım yatağımız çoktu, başarılı bir tedavi uyguladık, filyasyon (yani virüs saptanan birinin temas etmiş olabileceği kişileri takip) yöntemimiz eşsizdi…

Aynı soruyu yönelttiğim Gazi Hastanesi Başhekimi ve Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Ahmet Demircan da, resmi açıklamaları yineledikten sonra, dikkat çekici üç noktayı daha vurguladı: Türkiye’nin görece genç nüfusu, sağlık çalışanların adanmışlığı ve bizim hastanelerimizin kaosa ve kalabalığı alışkın olması.

Bu üç noktada diğer ülkelerle Türkiye’nin farkını ortaya koyabilecek bilimsel karşılaştırma verilerimiz olmasa da, gözlem ve izlenimle bunların Türkiye’nin farkı ya da şansı olduğunu söylemek mümkün.

Birkaç Avrupa ülkesi hastanesi görmüş biri olarak, Prof. Demircan’ın bizim hastane ve hekimlerimizin kalabalığa ve kaosa alışkın, o koşullarda çalışma ve çözüm üretme becerisi geliştirmiş oldukları saptamasına katılıyorum. Gerçekten de, bizim acil servislerimizden birinin rutini, bir Avrupa ülkesi hastanesinde sağlık çalışanlarının elinin ayağının dolaşmasına yol açabilir.

Kuşkusuz, başka ülke sağlık çalışanları da olağanüstü bir performans gösterdiler. Ancak, Prof. Demircan’ın altını çizdiği adanmışlık konusunda, iki birimi olan bir Aile Sağlığı Merkezinde (ASM) tek hekim olarak çalışan genç doktorun şu paylaşımı fikir verebilir:

Hafta içleri ve hafta sonu 08.00 - 00.00 olarak 16 saatlik nöbet tutmam istenilmektedir ve bunu resmi bir yazı yoluyla değil sözel olarak iletmektedir sayın yöneticiler. Ayrıca 4700 kişinin yaşadığı karantina bölgesinde 105 bağlantılı pozitif vaka var. Hastalar direk olarak ambulans çağıramamaktadır. ASM’ye gelerek benim muayenemden sonra gerek görürsem sevk etmekteyim, doğal olarak risk altında çalışmaktayım. Aşı performanslarımız ertelenmedi ve karantina bölgesinde evlere giderek aşı yapmaya devam ediyoruz. Aile sağlığı merkezimiz dezenfekte edilmemektedir. Maske dağıtım işini de ben yapmaktayım. Takip etmem gereken izlem hastalarım 259.

Bu paylaşım, neyin ne kadar iyi yapıldığını da elde edilen sonuçlardaki adanmışlık payını da ortaya koyuyor!

Artık normalleşiyoruz ya, umarım “yeni normal” koşullarında normalleşmiş (!) anormalleri de konuşabiliriz!

O normalleşmiş ‘anormal’lerden biri günlerdir gözümün önünde: Karşı caddede kaldırım taşlarını döşeyen üç işçiden en genç olanı, kum-taş taşıyan amele, üniversite diplomalı bir “şehir plancısı”!

CHP Milletvekili Özgür Karabat, son 10 yılda üniversiteli işsiz sayısının 2.5 katına çıktığını anımsatırken, salgın sonrası bu sayıda patlama olacağı uyarısında bulundu.

Bir üniversite hocası olarak, yürüyüş yaparken karşılaştığım “şehir plancısı” amele öğrencime utanarak “kolay gelsin” diyorum! Onun koşulları çok daha ağır, ama o asla utanması gerekenlerden biri değil!

Haydi normalleşmeye!