Appalachia bölgesinde geçen hikaye başladığında bize gösterilen, bölgenin zaman atlamalı değişimi yani çürümesi aslında hemen fark edilmesi zor olan ve "yavaş şiddet" diye adlandırabileceğimiz bir cinayet türünün kanıtı.

Hillbilly Elegy: Zamana yayılan yok oluş

Aile hikâyelerini severim, özellikle gerçek yaşam öykülerinden uyarlanmışlarsa. Hillbilly Elegy de gerçek olaylara dayanan bir aile dramı. Yaklaşık iki sene boyunca En Çok Satan Kitaplar listesinde kalmayı başaran J.D. Vance’in biyografi romanından bir uyarlama. Hikâyede kendi geçmişiyle benzerlikler bulduğunu söyleyen yönetmen Ron Howard’ın çektiği öyküden etkilendiğini söylemek mümkün ancak bu yolculuktan herkesin yönetmen kadar etkilenmeyeceğinden eminim.

YAVAŞ ŞİDDET

Bir sorun var izlediğimiz filmde. Bu hikâyenin ve anlatma şeklinin, hem yerelliği hem evrenselliği konusunda şüphelerim var. Apalaş (Appalachia) bölgesinde geçen hikâye başladığında bize gösterilen, bölgenin zaman atlamalı değişimi yani çürümesi aslında hemen fark edilmesi zor olan ve “yavaş şiddet” diye adlandırabileceğimiz bir cinayet türünün kanıtı. Ama bu kadar. Sadece bu sahnede. Hâlbuki Apalaş bölgesinde geçen bir filmin, ana konusu ne olursa olsun, çevresel katliam, bölge halkının içinde bulunduğu depresyon ve yoksulluğun sebeplerine değinmemesi ve bölgenin zamana yayılan yok oluşunun gösterilmemesi kabul edilemez. En azından kendi adıma ben bunu reddederim. Evet, J.D.’nin romanı yaşadığı bölgenin ve insanların yok oluşuyla pek ilgilenmemiş olabilir ama senin yönetmen olarak buna değinmen şarttır. Bölgeye ve bölgenin sosyokültürel yapısına, oranın insanına dair hiçbir fikri olmayan daha kötüsü sadece önyargıları olan dünya seyircisi hiç hesaba katılmamış. Tamam, ailesini seven, genç ve zeki J.D.’nin, Ohio’dan başlayan ve Yale’e kadar uzanan yaşam yolculuğunda, onun omuzlarındaki, köklerinden kalan yüklü bagajların neler olduğunu anlamak mümkün. Ama J.D.’nin üzerindeki yüklerin muhteviyatına yönelik doğru empati kurabilmek için onun Amerika’sını bir nebze olsun tanımak gerektiğini düşünüyorum veya en azından senaryo bu görevi üstlenmeliydi. Senelerce Ohio’da yaşamış biri olarak bile J.D.’nin yolculuğuna tam dahil olamadım.

hillbilly-elegy-zamana-yayilan-yok-olus-810353-1.

YOKSULLUĞU BİLMEDEN

Tüm bu gereklilikleri yok sayarak filme, kendini keşfetme hikâyesi üzerinden bakınca da, buna senaryo ve yönetmenlik zafiyetleri gene izin vermemekte. Ron Howard’ın otantikliği yaratma konusunda bu filmde iyi iş çıkaramadığını düşünüyorum. Çünkü bu gerçeklik için gereken önemli unsurlar eksikti; o insanlar hakkında dürüst olmak, nasıl ve nerede yaşadıkları, ne düşündüklerini, ne izlediklerini, ne dinlediklerini anlatabilmek gibi. Ve Hollywood’un yoksulluk ile ilgili sahneler yazdırmak için yoksulluk nedir bilen, bir dönem olsun yoksulluk yaşamış kalemlere ihtiyacı var. Kredi kartının alışveriş esnasındaki reddi gibi klişe ve artık utanç verici basitlikteki yapay sahneler bu derin mevzuya hakaret gibi gözükmeye başladı. O bölgeden geldiğini ve yoksulluk yaşadığını iddia eden Ron Howard’ın bu sahneleri gönül rahatlığı ile nasıl çektiğini anlayamıyorum cidden.

İYİ VE KÖTÜ TERMİNATÖRLER

Filmin en beğendiğim diyaloğu ki bana kalırsa filmin de temel niyetini gösteren sahnedir bu, anneanne ve torun arasında geçmekte. Televizyonda Terminatör 2 filmi oynarken anneanne torunu J.D.’ye: “Dünyadaki insanlar üçe ayrılır, iyi terminatörler, kötü terminatörler ve tarafsızlar.” der. Torun J.D., anneannesinin iyi terminatör olduğunu söyler. Anneanne de “Eskiden öyle değildim, öğrenmem gerekti.” diyerek aslında filmin ana fikri özetler. Hikâyedeki geçmiş ve gelecek çatışmasını sonlandıran “sevgi” olsa da, yolculuğun kendisi zaten hiç tatmin edici olmadığından olsa gerek, bu çözüm de fazla kolaycı. Nedense bu filmin çok daha iyi olacağına dair beklentim vardı, olmadı. Ama temas ettiğim noktaları hiç umursamadan izlerseniz orta keyifli bir Netflix yapımı film izlemiş olursunuz. Glenn Close canlandırdığı karakterde başarılıydı ama abartıldığı kadar değil. Oyuncuların fiziksel dönüşümü nedense insanları çok etkiliyor, mühim olan içsel dönüşümü hissettirebilmeleri.

Son not: Appalachia bölgesi ve insanını portrelemiş en güzel filmlerden biri hala “Winter’s Bone”dur.