Hindistan ve Türkiye… Siyasal gelişmeler açısından fazlasıyla benzeşmeye başlıyor.

Türkiye gibi, Hindistan için de önemli bir seçim yılı olan 2014’e odaklanalım. Hindistan seçimleri, çok açık farkla sağcı BJP’nin zaferiyle sonuçlandı; Narendra Modi başbakanlığa geldi.

BJP’nin ve Modi’nin dünya görüşü, radikal Hindu milliyetçiliğine (“Hindutva”ya) dayanır ve bağnaz bir şovenizm ile köktendinciliğin bileşkesinden oluşur. Laiklik karşıtlığı öne çıkar. Azınlıktaki dini gruplara karşı lekeli, kanlı bir sicil söz konusudur.

Bu sicil, Hindistan sermayesinin Modi’yi bol kaynak akıtarak desteklemesini engellemedi. Modi ise seçim kampanyasını Hindutva sloganlarına değil, ekonomik kalkınma söylemine dayandırdı. Sermayenin önünün tam açılmasını, kaynak kullanımında burjuvazinin kesin önceliğini savundu. Bu da sınırsız bir neo-liberalizm programı anlamına gelmektedir.

Kongre Partisi ise (Hintliler bu partiye kısaca “Kongre” derler) seçimlerde ağır hezimete uğradı. Bir anlamda “Hindistan’ın CHP’si” olan Kongre’nin on yıllık iktidarı son buldu. Komünist/sosyalist partilerin liderliğindeki “Sol Cephe” de yenik düştü; oy oranı yüzde 7,5’ten 4,8’e geriledi.

Seçimler sonunda Kongre’nin bir daha toparlanamayacağı; dolayısıyla BJP için uzun süreli iktidar öngörüsü yaygınlaştı.

İster 2003, ister 2014’le paralellik kuralım. Türkiye ile benzerlikler akla gelmiyor mu?

• • •

Hindistan’ın sosyalist, ilerici çevreleri, şimdi bir durum muhasebesi yapıyorlar: Neo-liberalizme tam teslimiyeti gerici bir siyasal-ideolojik çizgiyle birleştiren Modi’nin seçim zaferi nasıl açıklanmalı? Benzer bir soru Türkiye’de de gündemdedir.

Tartışmalarda öne çıkan iki temaya değinmekle yetineceğim.

Kongre niçin kaybetti?

On yıllık Kongre iktidarı altında ekonomik kriz yaşanmamış; ortalama büyüme hızı yüzde 7,7’ye çıkmış, BJP hükümetlerinin önceki (yüzde 6’lık) dönemini bir hayli aşmıştır. Bu ortamda Modi’nin “kalkınmacı” kampanyası nasıl başarı kazanmıştır?

E. Sridharan, C.P. Chandrasekhar ve J. Ghosh bu soruyu tartışıyorlar. Açıklıyorlar ki, “kalkınma” söylemi, aslında, Kongre’nin yoksullara dönük refah harcamalarının fazla yüksek olduğu eleştirisine dayanmıştır. Modi’ye göre, bu israfçı transferler “kalkınma programları”na ayrılması gereken kaynakları tüketmiş; dahası, yaygın yolsuzluklara yol açmıştır.

Gerçekte ise, tüm sosyal harcamaların son beş yılda göreli olarak aşınmış olduğu belirlenmektedir. Yolsuzlukların kaynağında ise bu harcamalar değil, (Türkiye’de olduğu gibi) neoliberal uygulamalar yatmaktadır.

P. Patnaik’a göre bu saptırmalar, “gençlerde, orta, üst katmanlarda yoksullara dönük harcamalara karşı yaygın bir nefret oluşmasına katkı yapmıştır. Asıl sorun, hedeflenmiş (yoksun) gruplara dönük neo-liberalizmin cevaz gördüğü refah harcamaları yerine, yurttaşlığa dayalı evrensel haklar anlayışına geçilmemiş olmasında yatmaktadır.”

Neo-liberalizme adım adım teslimiyet sonunda Kongre, “ne İsa’ya, ne de Musa’ya” yaranabilmiştir. Öyle anlaşılıyor ki, seçim arifesinde kamuoyunu etkileyebilecek kişilerde, çevrelerde Kongre’ye destek ortadan kalkmıştı. Emekçilerin, eğitimli çevrelerin Kongre’ye ve Sol’a daha fazla destek veren öğeleri oylarını esirgemişler; bunların seçime katılma oranları, orta/üst burjuvazinin çok gerisinde kalmıştır.

Seçimlerde, Kongre büyük ölçüde bir azınlık partisi görüntüsü kazanmıştır: Oylarının yüzde 60’ı dini veya etnik-kültürel azınlıklardan oluşmuştur.

Sermayenin programı seçmen desteğini nasıl sağladı?

Patnaik, P.Chhibber, R.Verma, E.Sridharan ve Economic and Political Weekly dergisi editörleri bu soruyu tartışıyorlar. Birkaç ortak öğeye değineyim.

Bir kere, büyük medyanın (dolayısıyla büyük sermayenin) seçmen davranışlarını fazlasıyla etkilediği ortaya çıkıyor. Hindu inançlı seçmenlerin orta-üst katmanlarında BJP hiç fire vermemiştir. Bu katmanları, küçük kent burjuvazisi ve orta/zengin köylülük ile birleştiren “yeni bir toplumsal blok”un oluştuğu belirtiliyor. Bu bloklaşma, en yoksullar ile orta halli gruplar arasındaki politik karşıtlıkları derinleştirmiştir.

Yazarlar, Hint toplumunun ideolojik merkezinin belirgin biçimde sağa kaydığını vurgulamaktadır. Bunda, kalabalık emekçilerin saflarında sahte bir “orta sınıflar bilinci”nin yaygınlaşması etkili olmuştur. Bu sayede, Modi’nin “yolsuzluklarla mücadele, kalkınma, ekonomik açılma” söylemi, aslında temsil ettiği şoven, köktendinci, laiklik-karşıtı çizgiyi perdeleyebilmiştir.

Liberal çevreler, tutuculuk ile neo-liberalizmi birleştiren Modi çizgisine Kongre’nin de ayak uydurmasını telkin etmektedir. Solculara göre bu savrulma ülkenin geleceği açısından çok tehlikelidir.

Hindistan sosyalizmi, düşünsel birikimi sayesinde bu sapkınlığın dışında kalacaktır. Ancak, ülkenin gericiliğe, vahşi kapitalizme sürüklenmesini frenleyebilecek güçlerin ağırlık merkezi sosyalist harekette değil, (ne yazık ki) hâlâ Kongre’dedir.