Televizyon izlemiyorum uzun zamandır. Ne zaman izlemeyi bıraktığımı tam hatırlamıyorum. Televizyon izleyeceğime gidip sahilden denizi izlemek, boş boş duvara ya da tavana bakmak daha anlamlı geliyor. Ama internet üzerinden dizi ve film izliyorum elbette. Dizi ya da film izlerken de peşimi bırakmayan tuhaf bir duygunun varlığını hissediyorum ne zamandır. Bu tuhaf duygu, fantezilerin kşkırtılmasıyla ilgili sanırım. Eva Illouz’un “Soğuk Yakınlıklar”da bahsettiği gibi, sanırım çoğunluk, aşırı gerçekçilik ile fanteziler arasında sıkışmış durumda. Hem her şeyin maliyet-fayda analizini yapıp olaylara, insanlara ve duygulara aşırı gerçekçi yaklaşmaya çalışıyor, hem de fantezilerimizin egemen olduğu kişisel dünyamıza uygun kararlar ve çözümler üretme derdi içinde oluyoruz. Bu ikisini aynı anda istiyor oluşumuz da karar vermemizi zorlaştırdığı gibi dağılmayla, ne istediğini bilememeyle sonuçlanıyor. Televizyon izleyen biri, siyaset başta olmak üzere her konuda uzmanların fantezilerle süslü aşırı gerçekçiliğinin etkisi altına girebilir kolaylıkla. Aşırı gerçekçilik ile fantezi arasında da ortak nokta, çarpıtarak ya da inkâr ederek gerçeklikten uzaklaşmak…

Reklamcılıkta açık bir biçimde görülen ‘baştan çıkarıcılık’ toplumsal hayatı şekillendiren bir güce dönüştü. Baştan çıkarıcılık, sanki kişinin irade özgürlüğü varmış yanılsaması yaratma üzerine kurulu. Telkin sanatıyla irade gücünün manipüle edilmesi ve böylece insanın özgürce istediği şeyi seçiyormuş yanılsaması yaşaması, sadece reklamcılığın meselesi değil artık.

Eva Illouz, bütün bu meselelerin arkasında bireyi ve duyguları metalaştıran tüketim toplumu olduğu görüşünde. Sistem, birey öyle bir açmazın içinde bırakıyor ki, duruma göre bir yandan bencilliği, bir yandan dayanışmayı, bir yandan duyguların özgürce yaşanmasını, bir yandan yapay zekâymış gibi her şeyin akılcılaştırılmasını teşvik ediyor. Zizek’in Stanley Kubrick’in “Eyes Wide Shut” filmi için yaptığı tespiti hatırlatıyor kitabında Illouz: “Fantezi sizi yutmakla tehdit eden bir cazibe uçurumu değil, tam tersidir: Fantezi en üst düzeyde faydasız ve sonuçsuzdur.” Fantezinin faydasız ve sonuçsuz olması, gerçeklikten kopuk olmasından kaynaklanır. Bilgisayarda oyun oynarken, istediğiniz futbol takımını istediğiniz ligin şampiyonu yapın, hiçbir şey değişmez, yaşayacağınız sevinç kısa süreli olacak ve sonrasında da yeniden oyun oynamaya sizi zorlayan bir boşluk duygusu hissedeceksiniz.

Winnicott, fantezi, hayal ve rüya arasındaki farkı, “Oyun ve Gerçeklik” kitabında anlatırken, hayal kurmanın tersine fantezinin gerçekliğe karşı olduğunu, gerçekliği inkâra dayandığını anlatır. Fantezi, yüzeyseldir; hayal kurmak ise, gerçekliğe yaratıcı bir biçimde katılmak, gerçekliğe boyun eğmeden uzlaşarak değiştirmeye çalışmaktır. Fantezinin asıl gücü ise, doyumu hemen/şimdi sağlamasıdır. Hayal kurmak ve onu gerçekleştirmeye çalışmak için sabır ve emek gerekirken, fantezi sabırsız ve kolaycıdır.

Psikolojik çalışmalar, insanlarda düş gücü ve imgelem yetisinin zayıfladığını, içsel tasavvur ve görselleştirme zayıfladıkça da teknoloji yardımıyla üretilen fantastik dışsal imgelerin tüketilmesinin arttığı yönünde. Çünkü biliyoruz ki, düş gücü çalıştırılmadığında pek çok yeti gibi azalıyor, ama bir yandan hayal kurma ihtiyacımız yaşamamız için hayati bir öneme de sahip. Sinemada ve diğer görsel sanat dallarında üretilen görsel imgeler, içsel tasavvur ve hayal etme gücümüzün yerini alan değil, kışkırtan, yeni yetiler ve imkânlar sunan bir özelliğe sahip olduğunda anlamlı ve etkili oluyor. Baştan çıkarılmak ve gerçeklikten uzaklaşmak değil, gerçekliği dönüştürecek bir hayal gücünün varlığıyla ancak kendimiz olabiliriz.