İran’da yüksek enflasyon, gıda fiyatlarının yumurtada sembolleşen aşırı artışı, işsizlik, yoksulluk ve yolsuzluğun tetiklediği gösteriler, önü alınamayan ve şiddeti artan bir hal alınca dünya gündeminin bir numarası oldu.

Tahran’la Batılı güçler arasında 13 yıldır süren nükleer anlaşmazlık 2015’te bir anlaşma ile sonuçlanıp İran’a yönelik abluka sona ermiş ve yıllardır dişini sıkan kitleler refah beklentisine girmişti. O beklenti hayal kırıklığı ile sonuçlandı; ne halkın yaşam koşulları düzeldi, ne yeni iş olanakları yaratıldı. Genç işsizliği yüzde 40’larda devam etti. Nihayet, önce ekonomik koşulları sonra iktidarı hedef alan protestolar patladı.

Daha düne kadar, başta Suriye olmak üzere bölgedeki gelişmeleri analiz edenler; İran’ı, Rusya ile birlikte, en kazançlı ülke ilan ederken, şimdi bir rejim değişikliği olup olmayacağını tartışıyorlar. Gelişmelerden en güçlü çıkan ülke diye gıpta edilen İran’da rejimin çökme ihtimali konuşulur oldu.

Bu tartışmada, hem İran Rejimi hem de onun yıkılması için en fazla ellerini ovuşturanlar “dış güçler” faktörünü besliyorlar.

Tahran, başta Suudi Arabistan olmak üzere, ABD ve İsrail’i suçluyor. Dış güçlerin, “parası, silahı, ajanları” devrede!

İran Milli Güvenlik Konseyi Sekreteri Ali Şamkani, Suudi Arabistan’a ağır bedel ödeteceklerini, kışkırtıcı sosyal medya kampanyasındaki haştaglarin yüzde 27’sinin Suudi hükümeti kaynaklı olduğunun belirlendiğini söyledi. Liderlikten yoksun görünen protestocuları şiddete yöneltenin, Halkın Mücahitleri olduğunu ileri sürenler de var.

Bu türden toplumsal protestolarla karşılaşıldığında, her anti-demokratik iktidarın ilk yaptığı “dış güçler”i suçlamak, protestocuları dinlemektense susturmayı seçmektir. Kendimizden de biliriz!

Kuşkusuz, bu “dış güçler”in hedef aldıkları ülkelerin mevcut yaralarını kanatmak için ellerinden geleni artlarına koymadıkları anlamına gelmez. Yeter ki, yumuşak karnınız olmasın, emperyalist güçler her fırsatta oraya çalışacaktır.

Suudi medyası ilk andan itibaren protestoları coşkuyla ve rejim değişikliğine yol açmasa bile İran’ı zayıflatıp bölgesel müdahale kapasitesini azaltacağı umuduyla destekliyor. Yaşanan protestolar uzun süre devam eder, halkın kendi refahı için harcanması gereken kaynakların Suriye, Lübnan, Irak ve Yemen’deki çatışmalar için harcanmasına tepkisi büyürse, Riyad buralardaki rakibinden kurtulmuş olacak.

İran’ı kendileri için tehdit olarak gören ABD ve İsrail de olayları aynı coşku ve umutla “izliyor”. Her halde, protestoların umutlarını gerçekleştirecek sonuçlara yol açması için ellerinden geleni de yaparak. Trump’ın tweetleri ortada!

Suudi gazetesi Okaz yazarlarından Hilah al-Mushawah; “Bu kez 2009’dan farklı ve başarılı olacak. Korku duvarı aşıldı” diyerek, protestocuların rejimi devireceği umudunu dile getiriyor, “4 Arap başkentini kontrol ettiğini sanan İran’ın kendi sokaklarını kontrol edemez hale geldiğini” yazıyordu.

Suudi finanslı Londra merkezli Asharq Al-Awsat’ın eski yayın yönetmeni Abdulrahman Raşid ise, “rejim devrilmesin ama dışarıda iş yapamayacak kadar zayıflasın, en iyisi bu” diyenlerden. Ona göre, İran liderleri şimdi hem İsrail’i hem Suudi Arabistan’ı tehdit ederken, dışarıda da uluslararası güçleri karşısına alıp aynı anda birkaç savaşı birlikte sürdürmenin ne kadar büyük bir aptallık olduğunu görecekler.

İran’da olayların nereye varacağını bugünden kestirmek zor. Rejim değişikliği gibi bir sonuçtan söz etmek içinse çok erken. Böyle bir sonuç beklemek için; protestoların genişleyerek daha uzun süre devam etmesi, güvenlik güçlerinden ve Devrim Muhafızları’ndan protestoculara katılımlar olması, iktidarın daha da artabilecek şiddetine karşın gösterilerin yaygınlaşması gibi gelişmeler görmek gerek.

İran’da yaşananlardan şimdilik çıkarılması gereken en net ders şu: İçeride güçlü bir ekonominiz, karnı tok, sırtı pek ve özgürlüklerin keyfini çıkararak hükümeti arkasında kenetlenmiş bir halkınız yoksa, dışarıda giriştiğiniz bölgesel güç olma maceraları en beklemediğiniz anda ters tepebilir!