İş hukukundan önce sosyal adalet

Yaşamakta olduğumuz olağanüstü dönemin çalışma yaşamına olan olumsuz etkileri artarak sürüyor. Öyle bir haldeyiz ki insanlar işlerini kaybetmeyi ölüm korkusunun da önüne koyma noktasına geldiler. Geçtiğimiz günlerde yapılan bir araştırmanın sonuçları konunun bu hale geldiğini ortaya koydu.

Şöyle ki;

“Koronavirüs Gündem Araştırması'na göre, iş kaybetme endişesi virüs korkusunu geçti. Araştırma bulgularına göre katılımcıların yüzde 68'i 'iş kaybetme' ile ilgili endişe taşıyor. Strateji Co. Ve ERA Araştırma işbirliğinde hazırlanan araştırma için 19-21 Mart arasında 12 ilde 18 yaş üstü 406 kişiyle bire bir görüşüldü. Dünya gazetesinin haberine göre, araştırmada en ilgi çekici veri, kendisi ya da aileden birinin işini kaybetmesine yönelik endişenin virüse karşı duyulan genel endişe oranını geçmesi oldu. Yani insanlar yaşamını kaybetmekten çok işini kaybetmekten korkuyor. Önümüzdeki aylarda kendi işini ya da aileden birinin işini kaybetmesi konusunda endişe duyanların oranı yüzde 68 olarak gerçekleşti.”

İşte bu ruh haliyle insanlarımız tüm riskleri göze alarak kalabalık ortamlarda çalıştıkları işlerine gitmeyi sürdürüyorlar. Çünkü ortada onlara iş güvencesi sağlayacak bir sosyal devlet yok.

Oysa bakın, Anayasa’nın 2’nci maddesi ne diyor?

“Madde 2 – Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.”

Evet, “Sosyal bir hukuk devletidir” diyerek bitiyor 2’nci madde; ama biz şu ana kadar açıklanan tedbirlere baktığımızda gerçekten öyle olduğunu kanıtlayan bir sosyal hukuk devleti göremiyoruz. Yani devlet insanlara “Evde oturun” diyor ama işe gitmediğinde ücretini kim karşılayacak, bunu söylemiyor. Evde oturup işe gitmezse işinden olur mu olmaz mı, bunu da söyleyemiyor. Bu belirsizlik içinde çalışan işe gitmekten başka çare bulamıyor. Çünkü yukarıdaki araştırmanın sonucunda da görüldüğü gibi işini kaybetmek ölümden evla geliyor vatandaşa.

Oysa yine Anayasa’ya göre devletin temel amaç ve görevleri arasında, toplumun huzur ve refahını sağlamak da var. Bunu da 5’inci madde düzenliyor:

“Madde 5 – Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

Kitabi olarak bakıldığında her şey ne kadar güzel, ne kadar yerinde. Oysa yaşadığımız pratikle hiçte örtüşmüyor bu yazılanlar.

Zaten böyle bir ortamda işin hukuksal tarafı belli. Zorlayıcı sebeplerle işçiye bir hafta yarım ücret ödemek, ardından kısa çalışma ödeneğine başvurmak, işe devam edemeyen işçiye tazminatlı fesih yapmak, karşılıklı anlaşmayla işçiyi ücretsiz izne sevk etmek, işyerini kapayıp işçiyi tazminatını ödeyerek işten çıkarmak, yasal çerçevede bunların hepsi mümkün.

Ama öncelikle hukuksal konuları (asla göz ardı etmeden) bir yana bırakıp, konunun sosyal tarafını ele almalıyız. Devlet Anayasa’daki sosyal devlet olma ilkesini bir an önce harekete geçirip çalışan kesime sahip çıkmalıdır. Örneğin “Özel sektöre de esnek çalışma getirdik” demenin altyapısında ne var, bunu anlayamadık.

Esnek çalışan işçiye ücreti ne şekilde ödenecek, ücretinde azalma meydana gelecek mi? Krizi bahane edip işten çıkarmalara karşı ne önlemler alınıyor? Bu dönemde işten çıkarmalar yasaklanacak mı? İşsiz kalanlara şartsız işsizlik ödeneği verilecek mi gibi sorular ivedilikle yanıt bekliyor.