Çok özlediğimiz Cannes Film Festivali 6 Haziran 2021 Salı günü başladı ve 17 Temmuz Cumartesi günü sona erdi. Ama zaten sinemayla, özellikle de başka insanlarla birlikte salonlarda film izlemekle ilgili olup da özlemediğimiz ne var ki? Böylece bilgisayarda, televizyonda film izlemekle sinemada izlemek arasındaki dillere pelesenk edilmiş farklılığın sadece lafta kalmadığını bir buçuk yıllık hasretin ardından hafızalarımıza yazdık.

Cannes Film Festivali pandemi yüzünden çaresiz kalınıp iptal edilen bir yılın ardından, hayli kahramanlıkla, karışıklıkla ve beklenmedik sürprizlerle dolu bir geri dönüş gerçekleştirdi. Bu sürprizlerin en sevindirici olanı ise yarışmalar az sayıda kadın sinemacının katılımıyla başladığı halde, ödül törenlerinde yıldız gibi parlamalarıyla sonuçlanmasıydı. Festival’in üç büyük ödülü, üç kadın sinemacıya gitti.

74’üncü Cannes Film Festivali’nin ödüllü kadın yönetmenleri, “Murina” ile en iyi ilk filme verilen Altın Kamera ödülünü alan Antoneta Alamat Kusijanovic, Un Certain Regard ödülünü alan “Unclenching the Fists” ile Kira Kovalenko ve gözü pek filmi “Titane” ile Altın Palmiye’yi (Palme D’Or) alan Julia Ducournau. Fransız yönetmen (Teşekkür ederken önce İngilizce konuşmuş ve “Niye İngilizce konuşuyorum? Ben Fransızım,” demişti), 1993’te “The Piano / Piyano” ile bu prestijli festivalin çok değer verilen ödülü Altın Palmiye’yi, Chen Kaige’nin “Farewell My Concubine / Elveda Cariyem”iyle paylaşan Jane Campion’dan sonra ödülü alan ikinci kadın yönetmen oldu.

***

Dört yıl önceki “Raw”nun yönetmeni olarak tanıdığımız Ducournau, orada anadan-babadan vejetaryen ve veteriner bir genç kızın veteriner okulundaki değişim/büyüme sürecini yamyamlık üzerinden anlatmıştı. Bu sefer de kahramanımız, ihmalkâr babası yüzünden küçükken yaşadığı bir araba kazasının etkilerini, başına takılmış bir titanyum plaka olarak taşıyan Alexia (yeni oyuncu Agathe Rousselle). Sonuç olarak, bir arabayla cinsel ilişki yaşayan bir seri katil ile karşı karşıyayız. (Tercihan tanıdığı) erkek yönetmenleri, “Kadınlar nerede?” sorularına yol açacak kadar açıkça tercih eden Cannes için gerçek bir sürpriz. Zaten 37 yaşındaki Ducournau da, kadın olarak değil yönetmen olarak kabul görme yanlısı.

Bence de doğrusu bu. Ancak bu daha ilerideki bir adım belki de. Şimdilik sorun, yakın geçmişe kadar kadın sinemacıların özellikle Cannes’da ciddiye alınmıyor oluşu. Ama aslında bu sadece Cannes’a mahsus bir şey değil. “1993’te Campion’dan bu yana sadece ikinci kadın yönetmen”e benzer lafları bu yıl Oscar’da da duymuştuk: “Kathryn Bigelow “The Hurt Locker / Ölümcül Tuzak” ile 2010’da Oscar alan ilk kadın yönetmen olmuştu. 93. Oscar töreninde de Chloé Zoe, “Nomadland” ile Oscarlı ikinci kadın yönetmen oldu.

***

Sanki bir marifetmiş gibi belli bir ödülü nasılsa alan iki kadın yönetmen arasında kaç yıl geçtiğini görmek o kadınları da, bizi de ne ilgilendiriyor ne de sevindiriyor. Olsa olsa utanç vesilesi olur. Ülkemizde de, başta Uçan Süpürge olmak üzere film festivalleri vaktiyle sinemada aktif olmuş, izleyicilerin çoğunun adını duymadığı kadın yönetmenlere hak ettikleri ödülleri vererek onların adının da duyulmasını, yaptıklarının anlaşılmasını sağlamışlardı.

Kadın yönetmenlerin sayılarının azlığına rağmen kayda değer bir başarı kazanmaları bizi elbette çok memnun ediyor. Diyoruz ki, keşke onların cinsiyetlerinin söz konusu edilmesine gerek duyulmadığı günler de gelse! Ama arkalarında ışıktan bir yol çizdiklerine göre, o yolu izleyecek olanların da ortaya çıkacağından eminiz demektir.