Muhtarlara seslenirken; “Şu ana kadar yaptıklarımız daha ısınma turları bile sayılmaz. Asıl hamlelerimizi, ataklarımızı önümüzdeki dönemde gerçekleştireceğiz”, dedi Erdoğan. Isınma turunun başlangıcını Zeytin Dalı olarak alırsak 3 hafta oldu. Fırat Kalkanı’nı da ısınma turu sayarsak, 24 Ağustos 2016, saat 04.00’den beri ısınıyoruz!

Isınma turu gerçek turun kaçta kaçıdır? Ne kadar ısınmak normaldir? Belli bir dereceden fazla ısınınca yanma olasılığı da var mıdır?

Türkiye kamuoyunun büyük çoğunluğu, televizyon ve gazetelerin ağızbirliği ile aktardığı “operasyonun planlandığı gibi” ve “başarı ile” sürdürüldüğü haberlerinin rehaveti içinde bu türden soruları hiç akla getirmeden izliyor olanları.

O haberlerin rehavetini besleyen “dini” ve “milli” duyguyu da unutmamak gerek. Afrin operasyonunun, her ülkede kendi ordusunun dışarıda bir çatışmaya girmesi durumunda harekete geçen milli/milliyetçi refleksler yanında, isminin de dini refleksleri harekete geçirmeye dönük bir referansı var:

Zeytin Dalı Operasyonu derken; bu, sıradan aklımıza gelip de söylenen bir şey değil. Niye? Unutmayın. Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de ‘Zeytine yemin olsun, tine (incir) yemin olsun ki’ buyuruyor.

İktidarın hep tekrarladığı gibi; “Afrin olayını çözecek”, “İdlib’i aynı şekilde çözecek”, “Münbiç’i teröristlerden arındıracak” ve “Irak sınırına kadar terörist bırakmayacak”sak, şu ana kadar yapılanlar gerçekten de “ısınma turu bile sayılmaz.”

Harekâtı “yerli ve milli” medyadan izleyince, sorunun bize pek maliyeti olmadan, uzamadan, tereyağından kıl çeker gibi çözüleceği izlenimi ediniyorsunuz. Gayri-yerli ve gayri-milli medyaya da bakıyorsanız, işin rengi değişiyor.

Mısır’ın şom ağızlı Al Ahram gazetesindeki analizler, “hava desteğine rağmen harekâtın yavaş ve acılı” ilerlediğini, “uzun süreceğini” söylüyor. Şimdi var olan kamuoyu desteğinin, savaşa akıtılan milyonların ekonomide yarattığı sıkıntılar iyice hissedilir olduğunda azalacağını iddia ediyor. TL’nin değerinin düşeceği, döviz rezervlerinin eriyeceği, zaten yüksek olan işsizlik ve enflasyonun daha da yükseleceğini ileri sürüyor.

Neyse ki, “yerli ve milli” analistlerimiz, ekonomiden sorumlu yetkililerimiz yaşadıklarımızın ve yaşanacakların ekonomiye bir etkisi olmayacağını vurgulayarak yüreğimize su serpiyorlar!

Dün Sedat Ergin’in Münbiç üzerinden ABD ile yaşanan gerilimi analiz eden ve “Türkiye ile ABD artık iki hasım ülke” diyen yazısı, Batı medyasında da vurgulanan bir tez. Türkiye’nin gerçekten ABD ile çatışmayı göze alıp almayacağı, gerilimi daha ne kadar tırmandıracağı, Şam’a kadar ilerleyip yeminli düşmanı Esad’la pazarlığa girişmek gibi bir “düşünülemez”i yapıp yapmayacağı gibi sorular soruluyor.

IŞİD’in yenildiği, Suriye içinde bir iki küçük cebe sıkıştığı, kontrol ettiği bölgeleri kaybettiği gerçeğinden ve Suriye savaşının büyük ölçüde IŞİD’e karşı bir savaş olarak tanımlanmasından hareketle 7 yıllık savaşın sonuna gelindiği değerlendirmeleri yapılırken, son günlerde bunun tam tersi saptamalar öne çıkmaya başladı.

Suriye Ordusu’nun İdlib’e yönelik operasyonları ve Guta’nın bu hafta başında bombalanması, Rusya-İran-Türkiye girişimiyle sağlanan ateşkesin çöktüğü, savaşın tam da bitti denilirken yeniden alevlendiği değerlendirmelerine yol açtı.

Alan kontrolünü ve devlet iddiasını kaybeden IŞİD’in çölde saklanıp yeraltına çekildikten sonra başlangıçta yaptığı gibi terör saldırılarına yöneleceği, bunun da ABD’nin bölgede kalma gerekçesini besleyeceği söylenebilir.

Esad’ın muhaliflerle çatışması, muhaliflerin aralarında birlik oluşturamama ve yönetme becerisi gösterememe hali, IŞİD’den alınan bölgelerde PYD/YPG’nin güçlenmesi, PYD/YPG kontrolünde ama Arap nüfusun çoğunlukta olduğu alanlardaki çatışma potansiyeli, Türkiye’nin de sahada aktif çatışmalara dahil olması Suriye’de savaşın daha yıllarca sürebileceğini düşündürüyor!

Bitiş noktası belli bir koşuda “ısınma turu” iyidir, ancak sonu belirsiz bir maratonda ne kadar süreceği bilinmeyen bir “ısınma” yakıcı da olabilir, yıkıcı da!