Dün Dünya İnsan Hakları Günü’ydü. Önümdeki BirGün’den M. Emin Kurnaz’ın, “İnsan haklarında utandıran tablo!” başlıklı haberini okuyordum: Memleketin, AKP iktidarı altındaki (2002-2018) 16 yılının insan hakları karnesinin içler acısı olduğunu anlatıyordu. Bu 16 yılda; 47 bin 910 kişinin yaşam hakkının ihlal edildiği, geçen yıl haftada 230 bin 483, dakikada 23 kişi hakkında işlem yapıldığı (!) anlatılıyordu.

Basın özgürlüğü açısından bakıldığında “dünyanın parmakla gösterilen” ülkesiydik. Parmakla gösterdikleri; cezaevlerindeki tutuklu gazeteci sayısı, “cumhurbaşkanına hakaret”ten mahkum olan gazetecilerin çokluğu, Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü raporuna göre basın özgürlüğü alanında 180 ülke içerisinde 157’inci sıraya gerilemiş olmamızdı.

Gözlerim bu satırlar üzerinde dolaşırken, kulağım televizyonların canlı yayınladığı bütçe görüşmelerindeydi. Birkaç gün önce, “şimdiye kadar AKP’den başka hiçbir partiye oy vermedim” diyen esnaf ve köylü vatandaşlardan “öldük biz, öldürdüler” yakınmalarını dinlemiştim. Pazar günü geçtiğim Çorum’da, dükkana uğrayan yolculara bedava tadımlık ikram eden leblebicilerin, “O eskidendi, o zaman para kazanabiliyorduk” yakınmalarını dinlemiştim…

Kulağımı diktiğim televizyondan ise bambaşka bir ses yükseliyordu. Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak “başarılarını” anlatıyordu. Ekonomideki başarılarını!

Onun sesi Cumhurbaşkanı tarafından kesildi. Erdoğan, Dünya İnsan Hakları Günü nedeniyle konuşmaya başlayıp, AKP iktidarlarının insan hakları alanında modern çağın en ileri uygulamalarını hayata geçirdiğini anlatmaya, “insan hakları ve demokrasi denilince sorun aranacak yer Türkiye değildir” demeye başlayınca, Albayrak’ı bırakıp onu canlı yayınlamaya başladı kanallar.

Televizyonda onlar, benim de elimde postadan yeni çıkan bir mektup vardı. Daha 20’sine basmamış bir üniversite öğrencisiyken tanıdığım bir hocamızdan gelen bir mektup…

“Ben sizleri o yirmili yaşlarınızda tanıdığımda güvendim, inandım” yazmıştı Hocam.

20’li yaşlarda ODTÜ’de öğrenciyken; daha adil, daha özgürlükçü ve karnı tok sırtı pek insanların yaşadığı bir başka dünya hayali peşinden koşarken tanıdığımız Hocamız, bize güvenmiş, inanmıştı!

O, Öğrenci İşleri Dekanı olarak, o günlerde cezaevine düşen öğrencilerine onların yanlarında olduğunu hissettirecek mektup yazıyor, öğrencileri de öyle hissederek ona cevaplar yazabiliyorlardı.

“6.8.1979, Mamak” tarihli mektubunda, şimdi aramızda olmayan sevgili İbrahim Şalap
“Hiç kimse görmek istemeyenler kadar kör, duymak istemeyenler kadar sağır olamaz, yeter ki bu bilinçli körlüklerinin ve sağırlıklarının kefareti bize ödetilmeye çalışılmasın”, diye yazmış Hocamıza.

Şalap’ın o mektubuna 39 yıl sonra yazdığı “Ocak 2018, Ankara” tarihli cevapta; “Sizler bana o günlerde yaşadığımız her olay ve koşul sonrası bu ülkenin geleceği için umut olmuştunuz” demiş Hocamız.

Bana yazdığı mektupta da; “Hâlâ ‘Bir Gün’ diyerek çabalıyoruz… ‘İyi insanlar gibi, atlara binip, çekip gitmek de zormuş…” demiş.

Sevgili Hocamız, Öğrenci İşleri Dekanımız, Engin Karaesmen, bugün de ve hala ODTÜ İnşaat Mühendisliği Bölümü’nde öğrencileriyle birlikte.

Bize de atlara binip çekip gitmeyen onun gibi iyi insanlar umut veriyor!

BirGün mutlaka memleketin bu utandıran insan hakları tablosunu değiştirecek, bakanların ve başkanların televizyonlardan canlı yayınlanan “büyüklere masallar”ını tersine çevirebileceksek, onca ezaya cefaya karşın çekip gitmeyen iyi insanlar sayesinde olacak!