"İzmir’i daha dirençli bir kent haline getirmek birinci önceliğimiz haline geldi. Çünkü insan yaşamının güvence altında tutulması her şeyden daha önemli. Bizim başarımızı sorguladığımda, bizim başarımız İzmir’in o büyük gücünü seferber edebilmekti. Bütün bu hikâyeden kalan bakiye budur."

İzmir’de öncelik insan yaşamı

İzmir son iki yıl içerisinde büyük yangınlar, deprem ve sel felaketi yaşadı. Üstüne bir pandeminin yıkımı geldi. Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’le geride bıraktığımız iki yılı, hedeflerini ve yapamadıklarını konuştuk.

İzmir için zor bir iki yıldı. Depremimden yangınına sele kadar büyük felaketler yaşandı?
Bir arkadaşım, ‘sakin sulardan iyi kaptan çıkmaz’ der. Hakikaten öyle oldu. Biz piştik, olgunlaştık, çok şey öğrendik. Acı bir ilaç ama bizi çok pişirdi, olgunlaştırdı. Örneğin kentsel dönüşüm meselesi. Benden önce de çok emek verilmiş, çok kafa yorulmuş. Bunu bir rutin içinde götürmeyi öngörüyorduk. Bu felaketi yaşayınca kentsel dönüşüm konusunda bambaşka bir görev koyduk önümüze. Körfezin yüzülebilir hale gelmesi için yağmur suyu ve pis suyu ayrıştırma hedefimiz vardı. Seli yaşayınca, sel sularının nerede tahribat yarattığını, önlemek için ne yapılması gerektiği gibi konuları yerinde tespit ederek çıkardık. Kısacası, bunlar hem bizim iki sene önce yaptığımız stratejik planı revize etmemizi; sağını solunu başka türlü doldurmamızı zorunlu ve mümkün hale getirdi. Özetle, İzmir’i daha dirençli bir kent haline getirmek birinci önceliğimiz haline geldi. Çünkü insan yaşamının güvence altında tutulmasının her şeyden daha önemli olduğunu gördük.


Öncelikler değişti mi?
Evet değişti. Gerçi en başından beri, bu konularla ilgili daireleri kurarken de zihnimizde bu vardı ama bu teorik bir şey gibiydi. Göreve geldiğimiz ilk gün Toplum Sağlığı Daire Başkanlığı, Deprem Riski Yönetimi ve Kentsel İyileştirme Daire Başkanlığı, İklim Değişikliği ve Çevre Koruma Kontrol Daire Başkanlığı gibi yapıları hayata geçirdik. İyi ki yapmışız, tüm bu felaketler esnasında bunların çok faydasını gördük. Pandemi patladığında Toplum Sağlığı Daire Başkanlığımız hazırdı. Onların öncülüğünde bir bilim kurulu kuruldu, onlar bize rehberlik etti. Ya da Deprem Daire Başkanlığı’nı iyi ki kurmuşuz. Depremden hemen sonra Meclis’e topladık, dairemize 200 milyon lira aktardık, yapı stokunun envanterininçıkarılmasıyla ilgili İnşaat Mühendisleri Odası ile protokol yapıldı. 161 ekip kurduk. Bayraklı bölgesinde 33 bin binanın deprem dayanıklılığının ölçülmesi başlatıldı. Bütün bunlar bizim için biraz kitabi ve ‘böyle yapmak lazım’ diye baktığımız bir şeydi. Hayat bize gösterdi ki bunlar yalnızca kitabi değil. Hayat zaten böyle akıyormuş ve doğrulandı.


İzmirlilerin önceliğinde, taleplerinde, bakışında tüm bunlardan sonra bir değişiklik oldu mu?
İki önemli hedefimiz var. Birincisi, refah ikincisi bunun adil dağıldığı bir şehir. Türkiye’de yatırım bütçesi en yüksek belediye şu anda İzmir Büyükşehir Belediyesi. Yüzde 43 yaklaşık bu da 3.5 milyarın üzerinde bir rakama tekabül ediyor. Sorun bu kaynağı nasıl kullanacaksınız, tercih ne olacak? Bütün mesele o tercihte odaklanıyor. Biz bu tercihi arka sıradakiler, yukarı mahalleler üzerine yapıyoruz. Bunun için iki enstrüman kullanıyoruz. Biri, acil çözüm ekibi. Bunun da iki alt başlığı var. Biri metropoldeki en yoksul semtler dediğimiz bölgeler. İkincisi de kırsal bölgeler, köyler. Dolayısıyla biz her ikisi için de ekipler kurduk. Acil çözüm ekipleri metropolde belediyedeki 23 birimden uzmanları kapsıyor. Hiç dokunulmamış, hiç gidilmemiş, hiç fark edilmemiş insanlara temas etmeye çalışıyoruz. Ama oraya bu ekiplerle gittiğimizde, nereye park istiyorlar, nereye mescit istiyorlar, nereye halı saha istiyorlar gibi taleplerin hepsine yerinde bakmış, etütlerini yapmış oluyoruz. Plancısıyla, herkesle beraber yerinde tespitini yapıp çıkıyoruz. Biz çıkarken de iş makineleri giriyor. Dolayısıyla senelere sarkan bir iş değil, anında hallediyoruz. İki üç ay içerisinde bitirip çıkıyoruz. Türkiye’de yapılan bir şey değil. Bu hayatı acayip değiştiren bir şey. Ve buralar CHP’nin yüzde 20’nin altında oy aldığı yerler. İzmir’den bahsediyoruz. Bütün ezberlerini bozuyoruz. Hiç beklemedikleri şeylerle karşılaşıyorlar.

DAYINIŞMA FELAKETLERDEN GERİYE KALANBAKİYE OLDU

Pandemi, sanırım bu bahsettiğiniz bölgelerde daha sert hissediliyor. Belediye bu konuda neleri yaptı ya da eksik kalmadı?
Pandemi büyük bir yoksullaşma yaşattı ve yaşatmaya devam ediyor. Özellikle günü birlik ekmeğini kazanan insanlar için çok sert bedeller ödetilen bir dönem yaşanıyor. Küçük üretici ve küçük esnaf en çok mağduriyeti yaşayan kesim. Biz de en çok bu insanlara sahip çıkmaya çalışıyoruz. Bu bizim sosyal hizmetler konusundaki görevimizi hem artırdı hem de hedeflerimizi büyüttü. Biz geçmişte 30-40 bin gıda paketi dağıtırken, şimdi 200 binin üzerinde. Bu işin sadece bir yanı.
Asıl başarılı hikâye bence hem deprem hem de pandemide İzmir’i seferber edebilmemiz. İzmir’deki dayanışma ruhunu, birbirine destek verme, el ele olma duygusunu güçlendirdik. Çünkü ‘bir kira bir yuva’ seferberliği 42 milyonun üzerinde bir taahhütle bitti. 42 milyon liranın Türkiye’de herhangi bir kampanyada toplandığını duymadım. Muazzam bir katkı, destekti. Biz de dedik ki, orada ne toplanıyorsa biz de Belediye olarak aynı miktarda destek yapacağız. Bu onu da büyüttü. Bizim gücümüzü büyüttü ama sonuçta ortaya daha büyük bir şey çıktı. Kısacası bizim asıl başarımız, İzmir’de STK’ler, dernekler, odalar, vatandaşlar, bu işin bir parçası olması. Büyük bir güven duydular bize. Kamuoyuna verdiğimiz güvenle muazzam bir seferberlik yaratabildik. Yani bizim dağıttığımız gıda paketi kadar vatandaş da bağışlıyor. Bizim dağıttığımız iftar paketi kadar vatandaş da bağışlıyor. Onun altyapısını da iyi oluşturduk. İnternet üzerinden Halkın Bakkalı diye bir şey var. Dolayısıyla bizim başarımız nerede diye sorguladığımda, bizim başarımız İzmir’in o büyük gücünü seferber edebilmekti. Bütün bu hikâyeden kalan bakiye budur.

Peki, bu kalan bakiyeyi ileri taşınabilir mi?
İyi bir ipucu yakaladık. Biz, artık yeni bir siyaset anlayışını hâkim kılmak zorundayız. Bu siyaset anlayışı da geleceğin siyasetçilerden çok doğa ve iklim tarafından belirleneceği bir gerçeği kavramamızdan geçiyor. Bu aynı zamanda Türkiye’deki rejim değişikliğinin de panzehridir. Çünkü Türkiye’de parlamenter sistemden uzaklaşıldıkça ve tek adam merkeze toplandıkça bu tür dayanışma inisiyatifleri de kayboluyor. Çünkü hayat kutuplaşma üzerinden şekillenmeye başlıyor. Ancak artık buna ne doğanın ne bizlerin tahammülü yok. Zaman da çok kalmadı. Zor zamanlarda başardığımız şeyi, gündelik hayatımızda da başarabiliyor olmamız lazım ki gelecek zor zamanlara hazırlıklı olabilelim. Özetle, bizim yaptığımız şey demokrasinin daha güzel bir şey olduğunu göstermeye yarıyor. Demokrasi, bütün lafların ötesinde, birlikte yaşamayı başarmak demektir.

Zor geçen iki yılı değerlendirdiğinizde sınıfı geçtiğiniz düşünüyor musunuz?
Ukalalık olacak ama bu soruya yanıtım evet olacak. Düşünü depremden sonraki otuzuncu gün, biz son çadırı da sökmüştük. Bu mesela Türkiye’de hiçbir felaket döneminde yaşanmayan bir şey. 50 bin kişi dışarıda kalmıştı. İnsanlar evlerini terk ettiler, çadırlarda yaşamaya başladılar. AFAD, biz, Kızılay, binlerce çadır kurduk/kuruldu. Son çadırları 30 Kasım günü sökmüştük. Bu mesela büyükşehir kurumsal kapasitesinin ne kadar güçlü olduğunu gösterdi. Elbette biz de liderlik ettik vesaire ama ekip arkadaşlarımızın ne kadar yetkin ve ne kadar donanımlı olduğu süreci belirler. 50 bin insan, bir ay içerisinde ev buldu, yerleşti. 224 tane bize ait satışa çıkardığımız konut vardı. Onların satışını durdurduk ve depremzedelere açtık. Bunlar bitmiş inşaat. Beyaz eşyası, halısı, çay makinesi, ayakkabılığı, her şeyini ayarlayarak. 224 evi bir iki hafta içerisinde bütün mobilyasıyla bitirdik ve teslim ettik. Bu acayip bir şey. Bütün o marangoz atölyelerini bağladık. Ayakkabı yaptılar, masa yaptılar. Kimse bilmiyor ama bir iki hafta içerisinde İzmir’in bütün marangoz atölyelerini bağladık ve mobilya yaptırdık. O insanları dayalı döşeli evlere aldık. Çıkarken de istedikleri eşyaları götürebilmelerini söyledik.

İZMİR HAK ETTİĞİ YERE GELECEK

İlk göreve geldiğinizde İzmir’i uluslararası boyutta tanınır bir kent haline getirmek için çabalarınız vardı. Hangi aşamaya geldi?

Bazı başlıkları ötelediğimizisöyledi. Moskova’da ofis açmak üzereydik. Brüksel’de İzmir Ofisi hazırlamıştık. Cenevre’de, Washington’da, Şangay’da İzmir ofisi açacaktık. Hazırlıklarımızı yapmış olmamıza rağmen açamadık. Ama bir yandan uluslararası ün katacak çalışmaları da sürdürmeye devam ettik. O noktada bir kesilme olmadı. Dünyada kültür, sanat politikaları oluşturan en az 500 civarında politikacı var. Kültür sanat politikacılarının İzmir’de buluştuğu zemin iki senede bir yapılıyor. Ona ev sahipliği yapacağız eylülde. Dünyadaki kültür sanat politikacıları İzmir’de buluşacak. Ya da TerraMadre Gastronomi Fuarı’nı 2021’de yapacaktık, 2022’ye ertelendi. Ama en bombasını söyleyeyim.Cittaslow Metropol. Seferihisar Belediye Başkanıyken Cittaslowyerel kalkınma modelini Türkiye’ye getirmiştik. Daha sonra ülkede yayıldı. 17 tane kenti o birliğe katmıştık. Ancak uzun zamandır benim aklımda, ‘neden metropollerde olmuyor?’ diye bir soru işareti vardı. Ben bunu Cittaslow Genel Merkezi’ne hatırlattım. Onlar da en sonunda, ‘madem öyle yap ve sun’ dediler. Biz de üç senedir buna hazırlanıyorduk. Büyükşehir Belediye Başkanı olduktan sonra bu ivme kazandı. Geçen ay tamamladık ve sunduk. Büyük ölçüde kabul edildi. Geçtiğimiz günlerde son nihai görüşmeyi yaptık. Kabul edildi. Şunu söylemeye çalışıyorum, 12 Haziran’da Cittaslow’un genel kurulu yapılacak, büyük bir aksilik çıkmazsa, dünyanın ilk Cittaslowmetropolü ilan edileceğiz. Bunun anlamı şu: Şu anda Paris, Brüksel, Amerika’da birçok şehir, Barcelona vesaire hep Cittaslow olmak istiyor. Bunlar hep bize gelmek zorunda kalacaklar. Bizim ortaya koyduğumuz kriterlere uygunluklarını kabul ettirmek isteyecekler. Bu bize acayip uluslararası bir prestij kazandırmış olacak.

Kısacası bizim uluslararası bir kent olma vizyonumuzda elbette birçok şey sekteye uğradı ama bu yolculuktan vazgeçmedik. Çünkü bir kenti uluslararası alana taşımadan o kentin ekonomisini büyütmenize imkân yok. Ancak o kabuğu kırmanız lazım, meziyetlerinizi görünür hale getirmeniz lazım. Öyle olursa bir cazibe taşıdığınız anlaşılıyor. O zaman insanların ilgisini turizmde, sanayide, tarımda çekiyorsunuz. Kısacası bu bizim için en temel hedeflerden biriydi ve o hedefin arkasında koşmaya devam ediyoruz.