‘60-‘70lerin ünlü rock gruplarından Steve Miller Band, 1970 yılında Jackson-Kent Blues adlı bir şarkı yaptı. Savaş karşıtı şarkılar arasında özel bir yeri olan yapıt, 4 Mayıs 1970’te Kent Üniversitesi’nde ve 14 Mayıs 1970’te Jackson Üniversitesi’nde katledilen gençler üzerine yazılmış:

“Borç ödemeye Nashville’e inmiştim / Başkan’ın görüşlerine karşı gösteri yapanların / haberini okuyunca Ohio’ya yöneldim / Ulusal Muhafız birlikleri dört kişiyi vurmuştu / Tıpkı Sam Amca gibi dövüş ayakkabılarımı giydim / Okul kapatıldı çünkü artık kaybedecek başka şey yok / Şimdi ikişer ikişer DC yolundayız / Alçakça, derinden, öldürüldü dört kişi / Milletvekilimi arıyorum, şu işin aslını bilsin diye / Ama politikacı telefona bile cevap vermiyor / Memlekette çocuklar öldürülürken ofisini düzüyor / Onun derdi seçmenler, ama dert etmesine gerek yok / Televizyona yapışmış sessiz çoğunluk.

CIA bakmıyor, FBI üstüne alınmıyor / Biz DC’ye yürürken, yapacak çok şeyimiz varken / Jackson’da biraz daha kurşun saçtılar / Neler yapabileceklerini dünyaya göstermek için / Barışa bir şans ver / Barışa bir şans ver / Geri dönüş yok arkadaşım / Geri dönüş yok.

Başkan göz yaşartıcı gazın gittiğini söylediğinde / Ordu yerleri kızıl kanlı bıraktı / Sokaklar boş, çığlıklar kesildi / Etrafta kimse yoksa Başkan olabilirsin / Tıpkı Kow Kow gibi, daha önce duymuştun / Geri dön gangster, o kapıyı açma / Space Cowboy geri döndü, sana skoru söylemek için / Savaştan iyi bir şey çıkmayacak / Alçakça, derinden, öldürüldü dört kişi / Barışa bir şans ver / Barışa bir şans ver / Barışa bir şans ver.”

Kent Üniversitesi’nde (Ohio) Vietnam Savaşı’na karşı yapılan gösteride dört genç devlet tarafından öldürüldü -ikisi 19, ikisi 20 yaşındaydı. 10 gün sonra, bu katliamın protesto edildiği Jackson Üniversitesi’nde (Mississippi) devlet iki genci daha öldürdü. Bunlardan biri, kampüs yakınındaki bir lisenin 17 yaşındaki öğrencisiydi. Şarkının ismini de belirleyen hikâye bu işte; Kent Katliamı’ndan Jackson Katliamı’na bir yolculuk.

Şarkıyı yazan Steve Miller için Kent’teki gençlerle Jackson’daki gençler arasında bir fark -cinsel, dinsel, ırksal vs.- olmadığı anlaşılıyor; bu gençler, iktidarın çıkarları uğruna devletin kolluk güçleri tarafından öldürüldüler.

Ama tarih yazımını kontrol eden ideolojik aygıtlara sızmış ırkçı zihniyetin uyguladığı tuhaf bir ayrım var: Belli başlı internet kaynaklarında arama yaptığınızda, Kent Üniversitesi’nde öldürülen dört genç hakkında son derece detaylı bilgilere ulaşabiliyorsunuz. En önemli kaynaklardan sayılan Wikipedia’da hem olay hakkında çok uzun ve ayrıntılı bir sayfa hem de dört gencin her biri için hazırlanmış sayfalarla karşılaşıyorsunuz. Oysa aynı kaynakta Jackson katliamı hakkında sadece kısa bir sayfa var, katledilen iki genç hakkındaysa sayfa falan yok… İnternette paylaşılan ve ‘üretilen’ bilgilerle ilgili önyargılarımı olabildiğince bir kenara itip bakmaya çalışıyorum ama yine de olmuyor; Kent Katliamı ile göbekten bağlı Jackson Katliamı’nda öldürülen 22 yaşındaki hukuk öğrencisi Philip Lafayette Gibbs ve 17 yaşındaki lise öğrencisi James Earl Green hakkındaki bilgilerin kıyaslanamayacak kadar az olması, bu gençlerin siyahi olmasından kaynaklanıyor belli ki.

Kent ve Jackson katliamlarının üstünden 50 yıl geçti, dünya görünürde çok değişti ama iktidarların ezen-ezilen diyalektiğindeki durumu değişmedi. 25 Mayıs 2020’de George Floyd’un polis tarafından öldürülmesi sonrasında ortaya çıkan çatışmalar bu uzun tarihsel birikimin bir sonucu; Trump gibi ırkçı ve cinsiyetçi bir kapitalistin başkan olabildiği bir ülke ve dönemde çelişkiler daha da görünür hale geldi sadece.

Bir rock grubunun ‘bile’ işaret ettiği zulmün ırklarüstü, cinslerüstü, kimliklerüstü ve ‘diğerherşeyüstü’ yapısını anlayamamış tüm toplumların şöyle ya da böyle yaşamasının kaçınılmaz olduğu gerilimler bunlar; barışa bir şans vermeyi aklına bile getirmeyecek iktidarların,
PutinRTETrumpgiller dünyasının doğal hallerine tanıklık ediyoruz.