AKP’yi iktidara taşıyan bütün iç dinamikler değişti. Neredeyse toplumun bütün kesimleriyle çatışan AKP iktidarı, artık toplumsal rıza üretemez hale geldi. Parti, kendi çekirdek tabanına doğru durdurulamaz daralma sürecine girdi.

Türkiye gerilimli bir belirsizlik atmosferine sürükleniyor. Diğer taraftan, ülke erken ya da zamanında yapılması beklenen bir seçim dönemine de girmiş durumda. Ancak kimse seçimlerin yapılıp yapılmayacağını ya da yapılırsa güvenli, çatışmasız ve adil bir ortamda olup olmayacağını bilmiyor. Parlamenter muhalefet, ülkeyi kazasız belasız, masa devrilmeden seçimlere götürmeye çalışıyor. Bu nedenle, provokatif girişimler ve saldırılar karşısında dikkatli ve serin kanlı olmaya özen gösteriyor.

Muhalefetin bu tutumunun anlaşılır bir kaygıya dayandığı açık, ama neredeyse her gerilim ve çatışma alanında, “aman provokasyona gelmeyelim” tavrı, siyasal inisiyatifi sürekli olarak iktidara veren pasifist bir sonuca yol açıyor. Parlamento dışı muhalefet alanındaki merkez sağ partilerin tutumu da benzer özellikler taşıyor.

Liberalizmin etkilerinden arınmaya, yeniden kendi devrimci referans alanlarına dönmeye çalışan sol ve sosyalist muhalefet çevreleri ise; ülke tarihinin en derin krizlerinden birinin yaşandığı bu dönemece, örgütsel ve kitle ilişkileri bakımdan güçsüz olarak giriyor. Ancak, bunun dar anlamda bir güçsüzlük olduğunu da bilmek gerekiyor. Çünkü; solun meslek birlikleri, sendikalar, demokratik kitle örgütleri, entelektüel ve kültürel ortam üzerindeki, -sarsılsa da- hala devam eden hegemonyası nedeniyle, siyasal ve ahlaki bakımdan etkili olabileceği bir ortam da bulunuyor.

Diğer taraftan, Erdoğan-AKP iktidarı, devletin ideolojik aygıtlarını da kullanarak, hemen her gün yaptığı hamlelerle siyasal ve toplumsal gerilimi daha da tırmandırıyor. Bu amaçla, Diyanet örgütünü, kendi iktidar dönemi de dahil, geçmişte hiç olmadığı kadar etkin (ve yasadışı) şekilde kullanıyor. Karşımızda, her ne pahasına olursa olsun sistemi yıkmayı ve yerine iİlamcı bir rejim kurmayı mutlak amaç edinmiş bir iktidar bulunuyor. Öyle ki, ülkede ve dünyada sıkıştıkça, oyunu yeniden kurmak için Suriye’de yeniden tehlikeli bir hamle daha yapmaya bile hazırlanıyor.

AKP iktidarının bu tutumu krizi daha da büyütüyor. Kriz derinleştikçe toplum daha hızlı bir parçalanma sürecine giriyor, ülke adeta çözülüyor. AKP iktidarı, karşı devrim sürecini derinleştirmeye çalıştıkça, toplum bütün ortak zeminlerinin imha edildiği bir saflaşma yaşıyor. Bu saflaşma, doğrudan sınıf mücadelesine dayalı bir çatışma olmaktan çok, sosyo-kültürel bir bölünmeye işaret ediyor. Sınıf mücadelesi, ideolojik-kültürel çatışma dolayımı üzerinden yürüyor.

YARIM KALAN HESAPLAŞMA

AKP iktidarı, neredeyse 200 yıllık bir tarihsel oyluma sahip olan Osmanlı-Türk modernleşme ve aydınlanma sürecinde köklü bir kırılma yarattı. Öyle ki, Fransız Devrimi’nin Doğu-İslam dünyasındaki en kapsamlı yorumu sayabileceğimiz, birer aydınlanma ve modernleşme atılımı olan 1908 Hürriyet Devrimi ve 1923 Cumhuriyet Devrimi’nin neredeyse bütün kazanımları tasfiye edildi. Siyasal İslamcılar, 200 yıllı aşkın bir tarihsel dönemi, toplumsal deneyimi ve kültürel-siyasal birikimi, tarihsel akışı kesintiye uğrattı.

Toplum, örneğini ancak Taliban Afganistanı değilse bile, Pakistan’da yakın tarihinde görülebilecek bir anlayışla, fanatik bir tutumla bir önceki çağın değerler dünyasına iade edilmek için adeta abluka altına alındı. Çünkü, yakın tarihte gericilikle tamamlanamamış bir hesaplaşma, tarihsel bakımdan kapatılamamış bir defter, yarım bırakılan bir devrim bulunuyordu. Bu durum, kendi mezar kazıcılarını yaratan tamamlanmamışlıktı.

Ancak, daha önce de birkaç kez ifade ettiğim gibi, AKP iktidarı Cumhuriyeti yıktı yıkmasına, ama yerine henüz kendi rejimini tam olarak kuramadı. Anayasası fiilen askıya alınmış, mahkemelerine güvenilmeyen, yasalarına uyulmayan bir ülke yarattı. Derinleşen toplumsal ve siyasal krizin ve gerilimin temelinde yatan en önemli nedeni de bu boşlukta kalma hali, hukuksuz fiili rejim durumu oluşturdu.

Şurası açık ki; AKP’yi iktidara taşıyan bütün iç dinamikler değişti. Neredeyse toplumun bütün kesimleriyle çatışan AKP iktidarı artık toplumsal rıza üretemez hale geldi. Parti, kendi çekirdek tabanına doğru durdurulamaz daralma sürecine girdi. Bu nedenle, iktidarını sürdürebilmek için toplumu bölme ve ideolojik-kültürel bir saflaşma yaratmaktan başka bir yolu kalmadı. Zaten bu amaçla Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ı etkin bir şekilde kullanmaya, yeniden din üzerinden bir çatışma ekseni kurmaya yöneldi.

BATI AKP’Yİ GÖZDEN ÇIKARDI MI?

Sadece iç dinamikler değil, AKP’yi iktidara getiren dış dinamikler de sert bir değişime uğradı. Öyle ki, ABD dış politikasının şekillendirilmesinde önemli rolü olan Foreign Policy dergisinde daha 2016’da yayınlanan bir analizde, AKP iktidarının yönettiği Türkiye için, “Yoldan çıkan bir NATO müttefiki” ifadesi kullanılıyordu. Bu çarpıcı ifade, aynı zamanda yazının başlığını oluşturuyordu.

"Türkiye’nin Erdoğan sorunu, yıllardır inşa halinde. ABD yetkilileri, yıllardır sorunun korktukları kadar kötü olmadığını ya da sorunun kendi kendine çözüleceğini ve böylelikle yeryüzündeki en önemli jeo-stratejik toprakların bir bölümü üzerine kurulu eski bir müttefik hakkında zor kararlar alma durumuyla karşı karşıya kalmaktan kurtulacaklarını umdular. Ancak ihtiyat galip gelmedi. Tersine, Erdoğan sorunu giderek kötüleşiyor, metastas yapıyor. ABD çıkarları için büyük tehlikeler yaratmaya devam ediyor. Er ya da geç bir hesaplaşma günü yaşanması ihtimal dahilinde. ABD, zararlarını azaltma hazırlıklarına şimdiden başlamalı." (Foreign Polisy, 15 June, 2016; http://foreignpolicy.com/2016/06/15/how-do-you-solve-a-problem-like-erdogan/)

Üstelik söz konusu makaledeki imza ABD eski başkan yardımcısı Dick Cheney’nin ulusal güvenlik danışmanı John Hannaha aitti. Bu imza, yazının önemini daha da artırıyordu. Aynı analizde Erdoğan için, "Başta ABD ve Orta Doğu ile Avrupa ve Türkiye için tehlikeli şahıs" ifadelerinin de kullanılması da dikkat çekiyordu.

Yukarıdaki sözler, ABD ve Batılı müttefiklerin, öngörülemez buldukları Erdoğan yönetimine verdikleri desteği son yıllarda büyük ölçüde geri çektiklerini gösteriyor. Böylece, “Emperyalizmin kirli işlerini görüp onların desteğini alarak iktidara gelmek ve bu iktidar gücünü kullanarak sinsice rejimi değiştirmek” diye özetleyebileceğimiz, İslamcı iktidar stratejisi bölgede olduğu gibi Türkiye’de de çöküyordu.

HER AN HER ŞEY OLABİLİR!

Sonuç olarak ortada, derme çatma, rüküş, akıl ve bilimden uzaklaşan, içine doğru kapanan ve çağının dışına düşen bir siyasal iktidarın yönettiği ülke bulunuyor. Yalnızlaşmış, yıktığı geleneksel iktidar bloku yerine yeni bir iktidar bileşimi oluşturamamış, giderek daralan bir klik partisinin yönettiği bir ülke.

Tablo böyle olunca, önümüzdeki günlerde iktidarın gerektiğinde elindeki bütün olanakları kullanarak muhalefet güçlerini etkisizleştirmeye çalışacağına kesin gözüyle bakabiliriz. Ancak, bu kez başarılı olamayacaklar. Çünkü siyasal İslamcı hareket, sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada büyük bir iflas yaşıyor, İhvancı şebeke dağılıyor. Tunus’tan sonra Fas’ta da adı Adalet ve Kalkınma Partisi olan (amblemi lamba) İhvancı hareket yeni yapılan seçimlerde büyük bir yenilgi alarak çöküyor.

Yazının başında Türkiye’nin gerilimli bir belirsizlik ortamına sürüklendiğine işaret ettim. Bu öyle bir belirsizlik ki, AKP iktidarı bu günden kestiremeyeceğimiz bir nedenle ve hiç beklenmedik anda, birden bire çözülebilir. Çünkü, AKP iktidarının, tıpkı amblemindeki ampul gibi, altı boşalmış durumda.

Sonuç olarak Türkiye, dinci gericilikle yüz yıllık hesaplaşma sürecini tamamlamak zorunda. Bu kaçınılmaz bir hesaplaşmadır. Ülke ya bu mücadeleyi kazanarak yoluna devam edecek ya da kaybederek Ortaçağ değerler dünyasının içine sürüklenecektir. Bunun arası yoktur.