İsveçli çevre aktivisti Greta geçtiğimiz gün Birleşmiş Milletler’de bir konuşma yaptı. Özetle BM’de kendisini dinleyen politikacılara: Arkadaşlar denyoluğun alemi yok, hepimizi kandırdınız, yıllarımızı çaldınız, olmayacak vaatlerle hepimizi kandırdınız, geçmişimizi ve geleceğimizi çaldınız. Artık yeter...

Tabii böyle şeyleri duymaya alışık olmayan insanımız –daha siyasisi bile değil- evet, düz insanımız da bu gencecik kıza laf etmeye başladı. Normaldir, bizde dünyanın en güzel şeyini bile yapsan, birisi gelir laf eder, birisi gelir beğenmez. Birisi gelmiş ‘Çok mimik yapıyor, kesin oyuncu’ diyor, öbürüsü ‘Gelsin bizim memleket gibi bir yere de kendini bulsun’ diyor. Öbürü ‘İsveçlinin bizimle ne alıp veremediği var’ dedikten sonra büyük oyunu görüyor. Of yani... Tabii memleketi yıllardır yönlendirenler, çalışanlar, çalışmayanlar, çalanlar, çalmayanlar, işini yapanlar, yapmayanlar hepsi üçkâğıtçı olduğu için, başkasını da öyle düşünüyor insanımız.

Oysa birisinin çıkıp da ‘Herkesin daha iyi yaşamaya hakkı’ var dediği zaman, birisinden para aldığı filan olmaz. O kişi gerçekten herkesin de daha iyi yaşamaya hakkı olduğuna inandığı için de böylesi bir söz etmiş olabilir. İnsanlar inandıkları şeylerin peşinden koşuyor olabilir. Bizim için böylesine bir ilkeli duruş hayatımızda karşılaşmadığımız sıra dışı bir doğa olayı gibi geldiği için, gökyüzünde ayla ilk kez karşılaşmış ilk insan gibi ona sıra dışı anlamlar yüklemeye başlarız. Gök gürültüsünden korkar, ateşten kaçarız. Bilmediğimiz ve gücümüzün yetmediği şeylere ise ya taparız, ya da onlardan korkarız.

Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşımız hayata veda etti. Kanserle uzun süre yaşadıktan ve mücadele ettikten sonra gelen kötü haberi hepimizi derinden yaraladı. Gençliğinin başında bir arkadaşımız daha aramızdan ayrıldı. Hayatta belki daha çok yapacak şey vardı, belki de bir nefes alıp verişinde bitiyor her şey. Kimse geleceği göremez, o yüzden günümüzü güzel yaşayalım, sevdiklerimize yakın olalım, kendimize de zaman ayıralım, hepimizin sonu aynı. Sadece filmin süresini bilemiyoruz. Hoş, bilsek de ne değişecek onu da bilemiyorum. Ama sonu belli olduğu için her güne son günmüşçesine yaklaşmak, her günün değerini bilerek yaşamak, her günde bir güzellik yeşertmek de gerekiyor sanki...

Böylesi kötü bir haber üzerine bile gencecik kızın arkasından ‘Şov yaptı’ diyebilmek gerçekten de toplumsal kalitemizi gösteriyor. Böyle bir durumdan sonra bile böyle konuşabilen birileri varsa, bu sadece onların hatası değil, onları bu hale getirdiğimiz için hepimizin ayıbı olmalı... Önce hayat, önce yaşam, gerisi yalan, gerisi dolan dur...

Toplumca ahlaksal olarak zaten kamburumuz çıktı. Bir de böyle durumlardan sonra iyice bir tuhaflaşıyor, iyice zangoç gibi takılmaya başlıyoruz. Seke seke sokakta yürüyen çirkin kişiliklerimiz var. Bir de böyle böyle, ister istemez hepimiz çirkinleşiyoruz. Hepimiz çirkinleşince sokakta daha rahat dolaşıyoruz. Çünkü herkes çirkin, herkes leş gibi kıyafetler giymiş, hiç kimse dişlerini bile fırçalamamış. Kokuyoruz hep beraber. Korkuyoruz da aslında ama korkularımızla yüzleşemiyoruz bir türlü.

Toplumumuz nereye gidecek? İnsanlığa olan inancımız geri gelecek mi? Kendimizi, insanları ve çevremizdeki canlıları koşulsuz bir şekilde sevmeyi nasıl öğreneceğiz. Kendimizle uyum içinde yaşayabilecek miyiz? Toplumsal barışı bulabilecek miyiz? Herkes için daha iyi bir dünyanın, daha iyi bir devletin, daha iyi bir hayatın olduğunu anlayabilecek miyiz?

Gözlerimiz ne zaman açılacak, yoksa bu uykudan uyanamadan filmin sonu mu gelecek? Film bitince salondan hemen çıkabilecek miyiz? İşte bunlar aklıma takılan sorunlardan birkaçı.