2016’nın şimdilik en önemli bilimsel gelişmesi, Einstein’ın Genel Görelilik Kuramı’nın bir başlığının -kütleçekim dalgalarının- fiziksel olarak kanıtlanmasıydı. Aslında son yüzyıldır evrenin yapısı, ışığın hareketi, kara delikler gibi birçok konunun araştırabilmesini sağlayan bir bilgiydi; 11 Şubat günü insan eliyle oluşturulan laboratuvar koşullarında deneylenerek gözlemlenmiş oldu.

Türkiye’deki yansımalarını görmüşsünüzdür; ‘Teori’ dendiğinde çoğu Müslümanın aklına birilerinin “Bence şöyle oluyordur yav…” diye başlayan cümleler kurduğu bir kahvehane muhabbeti geldiği için olsa gerek -örnek olarak bkz: Müslümanlar ve Evrim Kuramı-, Caltech (California Institute of Technology) ve MIT’nin (Massachusettes Institute of Technology) yaptığı deneyi bazı haber siteleri “‘Kainatın sırrı’ bugün açıklanabilir!” şeklinde duyurdu -başlık ilk olarak Radikal’in sitesinde belirdi (11/02/2016, 10:40); bir kaç saat sonra başka sitelerde de aynı şekilde kullanıldı.

Bu tür bilimsel çalışmalar söz konusu olduğunda ‘kainatın sırrı’ diye bir şey bulma umuduyla hemen atlayanların temel derdi, bir türlü bir yere oturtamadıkları kendi teolojik varoluş gerekçelerini bilimsel düzeyde temellendirebilmektir. Hatırlarsınız, evrenin doğum ve gelişiminin herhangi bir aşkın güce (tanrıya) gerek kalmadan tümüyle fizik kurallarıyla açıklanabilmesini sağladığı için ‘tanrı parçacığı’ olarak adlandırılan Higgs Bozonu CERN’deki deneyde gözlemlendiğinde de “Tanrı Parçacığı’nın varlığı kanıtlandı!” başlığını kullanmışlardı.

Tuhaf bir varoluşsal kibirle ‘İnsanın yaşamasının mutlaka bir amacı olmalı’ diyerek yola çıkan bu akıl gide gide ancak bir ‘sınav merkezi’ne kadar gidebiliyor: ‘İnsan bu dünyada bir sınava tabi tutulmaktadır. Eğer tanrıyı memnun edecek şekilde yaşarsanız öldükten sonra gideceğiniz başka bir dünyada ödüllendirileceksiniz.’
Başlangıçta pek sıkıntı varmış gibi görünmüyor: İnsanlar bir aşkın gücün kendilerini gözetlediği düşüncesiyle kötülük yapmaktan kaçınıyor, iyi insan olmaya çalışıyorlar. Ama aslında bu insanların Allah inancıyla ilişkilerinin doğasını fark edince -kötülük yapmamalarının nedeninin tanrı/cehennem korkusu olması- dehşete düşmemek imkânsız: Allah korkusundan değil ‘iyi insan’ olduğu için iyi olan Müslümanların dışında kalanlar –ki maalesef epey çoğunluktalar- eğer tanrının var olmadığını öğrenecek olurlarsa dünyanın en tehlikeli suçlularına dönüşebilme potansiyeline sahiplermiş gibi görünüyor, çünkü artık ortada cezalandırmasından korktukları bir baba figürü olmadığında kendilerini öyle tuhaf ve sarhoş edici bir boşlukta bulacaklar ki tecavüz, cinayet, hırsızlık vs aklınıza ne gelirse hepsini korkusuzca işleyecekler -bunu Allah adına zaten yapan IŞİD, Boko Haram vd. söz konusu olduğunda durum biraz daha vahşileşecek büyük olasılıkla...

Bazen internet Müslümanları tarafından başlatılan ‘Ateistler ahlaklı olabilir mi?!’ tarzı saçma tartışmalar görünce bu yüzden çok gülüyorum. Bu ‘korktuğu için ahlaklı’ Müslümanların aslında gizliden gizliye kendi açmazlarının farkında olduklarını anlayabiliyorsunuz: “Ben şimdi Allah korkusuyla yapmadığım şu işleri eğer o korku olmasa yapardım ya, e bu ateistler zaten şimdiden yapıyordur yav!”

Bir yanda insanı ‘yaratandan ötürü’ sevdiğini söyleyip kendisi gibi olanlardan başka hiç kimseye yaşam hakkı tanımayan, fırsat bulduğu an ölüm emrimizi verip bir de üstüne analarımızı yuhalatacak inançlılar; diğer yanda herhangi bir doğaüstü güce değil hayatın ta kendisine dayanarak, cehennem korkusu/cennet arzusuyla değil ‘evrenin bir parçası olarak insanlık’ bilinciyle hiç kimseye zarar vermeden yaşamaya çalışan inançsızlar...
Bizi ‘yaratandan ötürü’ severken bile gözünü kan bürüyen bu insanlar, cehenneminden çok korktukları tanrının binadan çıktığını duydukları an, umarım hiçbirimiz onların yakınında olmayız.