Dünyayı filmler üzerinden okuyup anlamlandırmak çoğunlukla keyifli ve zihin açıcı bir faaliyettir. Ama durduğunuz yere göre ortaya çok farklı anlamlar çıkabiliyor, örneğin Batı kültürünün göbeğinden Doğu’ya bakmak -ya da tam tersi- bazen abartılı yanlış okumalara, giderek saçmalamaya götürebiliyor.

Bunun bir örneğine Sacred Suicide (Kutsal İntihar) adlı derleme kitapta rastladım. “Filmlerde Müslümanlar Kendini Neden Öldürür: Hollywood’un Irkçılığından Girard’ın Kurban Mekanizmasına” (Why Muslims Kill Themselves on Film: From Hollywood’s Racism to Girard’s Victimage Mechanism) Şu başlığın güzelliğine bakar mısınız lütfen, ne hoş bir düşünce serüveni vaat ediyor! Ama vaatler boş çıkıyor maalesef; Hollywood filmlerinde görülen Arap/öteki sunumundaki ırkçı tonlara bazı doğru vurgular yapmasına rağmen sapla samanı birbirine feci biçimde karıştıran çok üzücü bir makale bu.

Makaleyi yazan Christopher Hartney önce Romeo ve Juliet’ten başlayarak irrasyonel bir ‘intihar anlatısı’ karşılaştırması yapıyor. Üzüldüğü nokta şu: Batılı karakterlerin intihar ettiği birçok anlatı var, ama onlarda karakterlerin niçin kendilerini öldürdüğü meselesi üzerinde durulurken Müslümanların intiharları hiç derinlemesine ele alınmıyor! Örneğin The Virgin Suicide/Masumiyetin İntiharı (1999) ve Suicide Club/İntihar Kulübü (2001) gibi filmlerde kamera intihar edenlerin iç dünyasına yönelip bu ölümcül kararı vermelerine neyin yol açtığını araştırıyor ama Arap/Müslüman karakterler söz konusu olduğunda onları intihara sürükleyen nedenlere hiç bakmıyor bile!

Tuhaf ama, canlı bombaların kendilerini değil başkalarını öldürmek amacıyla hareket ettiğini anlamıyormuş gibi görünen bir akademisyenin yaptığı bu işte: Sırf isminde ‘intihar’ sözcüğü geçtiği için seçtiği bu filmlerdeki depresif gençlerle mesela bir meydanda kendini patlatarak onlarca insanı katleden canlı bomba ‘mücahid’leri kıyaslamaya kalkışıyor, nasıl dehşet verici bir kavramsallaştırma hatasına düştüğünü fark etmeden… Hem de kitabın tarihine bakılırsa -2014- Ortadoğu’nun IŞİD ampulüyle karardığı günlerde!

Dünya başka türlü bir yer olsaydı Hartney’nin bakış açısı en fazla ‘naif’ olarak tanımlanabilirdi belki; ölen çocuğun annesini mitingde yuhalatacak kadar vahşi iktidarlar, kardeşinin Suruç’ta başlattığı vahşeti Ankara’da devam ettiren abiler olmasaydı mesela… Ama böyle bir dünyada olmaz!

Böyle bir dünyada kamera yönelecekse Alagöz kardeşlerin bu korkunç cinayetleri -intihar değil, en adisinden cinayet!- hangi ‘insani’ nedenlerle işlediğine değil, 10 Ekim 2015 Cumartesi sabahı hep birlikte yürümek için Ankara Garı’nın önünde keyifle toplaşan insanların bunu niçin yaptığına yönelmeli; ölüme tapan zalim ilkellere değil barış isteyen insan uygarlığına! İşte o zaman dünyayı rahat koltuğumuzda izlediğimiz filmler üzerinden yorumlamakla yetinmeyiz, onu değiştirecek bir şeyler yapmanın yollarını da görürüz belki…