Joanne Chesimard, Flora Mahmood, Karla Campbell, Megan Elizabeth, Elfrida Damanik, Aline Rivas-Vera, Leslie Delbecq, Ryoko Uchiyama, Maria Franceskoni...

Joanne Chesimard, Flora Mahmood, Karla Campbell, Megan Elizabeth, Elfrida Damanik, Aline Rivas-Vera, Leslie Delbecq, Ryoko Uchiyama, Maria Franceskoni... Bu isimlere dikkat edin! Bunlar ve daha nice kadın, işledikleri suçlar yüzünden FBI’ın arananlar listesinde (Most Wanted) yer alıyor. Kadınların toplum için ne kadar tehlikeli olduğuna inanmak istemeyenlere kapak olmalı!

Gerçi “En Çok Aranan 10 Kişi” ve 33 kişilik “Çocuklara Yönelik Suçlar” listesinde hiç kadın yok ama, mesela “En Çok Aranan Teröristler” listesi sayesinde kadınların yarattığı toplumsal riskleri görmek mümkün: FBI ülkede çeşitli terör hareketlerini organize etme suçundan 30 kişiyi arıyor ve bunların, şimdi sıkı durun, tam bir (1) tanesi kadın! Uyuşturucu kaçakçılığı yapmak amacıyla suç örgütü kurmaktan aranan 44 kişinin kaçı kadın, tahmin edebilir misiniz? Tam üç (3) tanesi! Sayıları abarttığımı düşünen varsa fbi.gov/wanted sayfasından kontrol edebilir!

96 kişilik “Şiddet Suçları” listesi de beni dehşete düşürdü doğrusu; başta cinayet olmak üzere dehşet verici şiddet eylemleri nedeniyle aranan 96 kişinin tam tamına altı (6) tanesi kadın! Tanrım, nasıl bir dünyada yaşıyoruz?! Ama en kötüsü 17 kadının ismi bulunan liste; “Kendi Çocuklarını Kaçıranlar” listesinin zaten tamamı 27 kişi yahu! Büyük ihtimalle ‘aile içi şiddet’ ya da ‘çocuk istismarı’ gibi göstermelik nedenlerle çocukları babalarının kucağından uzaklaştıran 17 canavar!

40 kişilik “Beyaz Yakalı Suçlular” listesindeki altı (6) kadını görünce ‘yetti artık!’ deyip kapattım sayfayı, bunları okutup iş hayatına soktuğunuz zaman böyle oluyor işte!

Kadınların hem bireysel hem de toplumsal düzeyde ne büyük tehlikelere ‘gebe’ olduğunu göstermeye FBI’ın bu listeleri yetmez tabii! Neyse ki Hollywood var, bu hafta gösterime giren Annabelle gibi filmlerle FBI’ın açığını fazlasıyla kapatıyor.

Filmde şeytanın rahibesi (cadı) ölmek üzereyken gücünü ve misyonunu aktarmak üzere bir oyuncak bebek seçiyor, dolayısıyla o bebeğin sahibi olan kız çocuğunu, dolayısıyla çocuğun annesi olan kadını... Böylece şeytanî kötülüğün kadınlar arasında kuşaktan kuşağa nasıl aktarıldığına da iyi bir vurgu yapılıyor. Başlangıçtaki katil hariç –ki o da aslında kötü olduğu için değil, cadının sevgilisi olduğu için kötüdür- filmdeki erkeklerin güvenilir, koruyucu ve kutsayıcı karakterler olması da pek güzeldi. Apartmanın merdivenlerinde resim yapan küçük bir oğlan çocuğu var mesela, o bile koruyucu bir karakter –şeytana hizmetçilik edecek kadına karşı kız kardeşini korumaya çalışıyor. Gerçi Annabelle kadın-kötülük ilişkisini devamı olduğu Conjuring/Korku Seansı kadar açık ve net göstermiyor ama olsun, kadının ‘güya yapıcıymış gibi görünen’ doğurganlığından kaynaklanan o acayip, tekinsiz gücünü ve dünyayı yıkıp yeniden biçimlendirebilme potansiyelini hissettirmesi bile yeterli!

“Filmlerde şeytan ve yardakçıları oğlan çocukların oyuncaklarıyla neden ilgilenmez?” diye soruyorlar. E, erkeğin doğasında kötülük bulunmadığı, sadece arada bir aktarıcı (kadın) olduğu zaman kötülük yaptığı için tabii ki! Bu basit gerçek yüzünden Hollywood tarihinde ‘erkek oyuncağı’ olarak tanımlanabilecek malzemelerin şeytanın kontrolüne girdiği örnekler bir elin parmaklarını geçmez. Mesela en temel erkek oyuncağı/‘erkeklik aleti’ olan arabaların şeytani güçlerle donanıp korkunç cinayetler işlediği filmleri sayın deseler, The Car (1976) ve Christine (1983) dışında kaç film sayabilirsiniz? Neyse ki hem bu filmlerden ikincisindeki katil arabanın ismi zaten bir kadın adı olduğu, hem de İngilizce’de araba ve gemi gibi ‘içine girilebilen’, bizi ‘taşıyan’ araçlardan ‘she’ olarak bahsedildiği için erkekliği (ademoğlunu) yoldan çıkaranın gerçekte kim olduğu (havvakızı) net biçimde görülüyor.

Şeytanın doğrudan oğlan çocuğu hedef aldığı bazı örnekler var tabii -Omen serisi- ama bu da dönemsel bir sapmaydı, geçti gitti; artık erkeği (tanrıyı, babayı) şeytanın temel aracı ve aracısı olarak gösteren saçma filmler yapılmıyor.

Sinema tarihinden bir türlü silemediğimiz Rosemary’s Baby gibi bazı kötü niyetli filmler de var maalesef... Ama çok dert etmeye gerek yok; kötülüğün kaynağını hırslı erkekler üzerinden tanımlamaya kalkışan bu tür filmler de artık çok geride kaldı.

Gün artık Annabelle’in günü!