Kan gölünde sağ kalan kadın

Bundan yaklaşık elli sene önce bağımsız korku filmi olarak hayatımıza giren ve ardından adeta kültleşerek bir seriye dönüşen Teksas Katliamı (The Texas Chain Saw Massacre) adlı film, bir kez daha Teksas’ta kasabada mahsur kalan gençlerin, yeniden ortaya çıkan Deri Surat (Leatherface) katilinden kurtulmaya çalışmalarını anlatıyor. Bu serinin korku türüne ve özellikle slasher filmlere adeta bir kaynak yarattığını söylemek doğru olur; katilin yüzüne maske takması gibi. Aynı zamanda Teksas Katliamı’nın korku türüne, vazgeçilmez bir cinayet aleti olarak elekrikli testereyi sunmuş olması ve de kan gölünde sağ kalan son kişinin hep kadın olması, benim için serinin en kült yönlerindendir. Onu unutulmazlar arasına sokan yanları ise filmin açılışı ve finalinde yatmaktadır bana göre; 1974 orijinal filmin başlangıcında ekranda akan metinde uydurma bir hikâye ile filmin gerçek bir olaya aitmiş gibi seyircinin manipüle edilme orijinalliği ve finalinde kanlar içindeki Sally karakterinin otobana kaçtıktan sonra bir pikaba binerek, Deri Surat’tan kurtulurken katilin arka fonuna Teksas güneşini alarak, ekektrikli testeresini sağa sola savurarak delirmişçesine dönüp durmasının rahatsız ediciliği.

OTOBÜS SAHNESİ

Netflix’in seyirciye sunduğu, David Blue Garcia’nın yönettiği serinin son filmi ise bu yaşlı seri ile bağını hiç iyi kuramamış. İzlediğiniz anda unutacağınız, birkaç yüksek sahnesi dışında hiç hatırlamayacağınız bir film bu. Genç senarist Chris Thomas Devlin’in oldukça acemilik kokan senaryosuna yerleştirmiş olduğu liberal hipster stereotip karakterler filmi komedi sınırlarında adeta rezil etmek üzereydi. Amerika’nın başka bir yüzüne ait şiddet görmüş olan ve bu şiddetin travmasındaki ergen kız Elsie karakteri dışında umursanabilecek hiç kimse yoktu. O yüzden karakterlerin sırayla çılgınca katledilmeleri pek bir şey hissettirmedi, bu şu açıdan önemli, haliyle bu durum seyircinin gerilimi belli bir oranda dahi hissetmesini yok etmişti. Ancak filmdeki bir sahnenin hakkını vermem gerek, muhtemelen literatüre “otobüs sahnesi” olarak da geçecektir. Bu sahnedeki karakterlerin hali tavrı ile toplum ve sosyal medya eleştirisi ortaya koyma çabası sanhenin tonlamasını an be an komediye kaydırsa da gene de sahne slasher filme yakışır bir yerde durmakta. Özel efektlerdeki kan ise oldukça iyiydi. Filmin son on dakikası biraz toparladı diyebilirim, “sağ kalan kadın”a giden bu dakikalar eğlenceliydi. Ne umacağınızı bilirseniz gayet izle geç filmlerden biri ama dediğim gibi serinin hakkını verebilememişler.

ÜSTENCİ ALT TÜR SORUNU

Siz de artık biliyorsunuz, seyircinin ilgisini ne olursa olsun yitirmeyen film türü, bireysel, toplumsal korkulardan, krizlerden, isyanlardan, çatışmalardan beslenen, korku türüdür. Korku türü ile ilgili bir takım tartışmalar dönüyor son günlerde. Bugün korku türü içerisine yerleştirilmek istenen yeni bir alt tür var; “elevated horror” (yüksek korku) dedikleri (The Babadook, Relic, Midsommar...). Bu vurgunun korku türü içerisinde bir alt tür başlığından ziyade, tür içerisinde hiyerarşik bir yapıya işaret etmesinden hiç memnun değilim. Korku türüne ait diğer filmleri hor gören bir hissiyat taşıdığını düşünmekten de kendimi alı koyamıyorum. Bu alt tür filmlerinin konu olarak önemli meseleleri ele alıyor olmalarını referans olarak pek doğru bulmuyorum. Nitekim her konu her türde çekilebilir. Ayni şekilde film eleştirmenleri açısından da, ‘daha değerli korku alt türü’ anlayışını elitist buluyor ve bu yaklaşımdan uzak durulması gerektiğini düşünüyorum. Mesela 1974’te sinema dünyasına giren ve kültleşen “Teksas Elektrikli Testere Katliamı” (The Texas Chainsaw Massacre) adlı film sosyolojik film eleştirisine de, feminist film eleştirisine de, tarihsel film eleştirisine de, ideolojik film eleştirisine de gayet yakın durmakta. Düşünün 1970’li yıllar Amerika’sındayız, yani Vietnam savaşı ve ardından gelen büyük hezimet duygusu, belirsizlik, korku ve endişe içindeki toplum bir de Watergate siyaset skandalı yaşamakta. O dönem toplumunun ‘kötülüğü’ şeytan ile, yüzü olmayan katillerle bağdaştırması, teknik olanakların da artmasıyla bunu bol kanlı filmlerle ortaya koyması “yüksek korku” değil mi ona bakarsanız?