Yürütme, kural olarak anayasal çerçeveye uygun olarak yasama organınca kabul edilen kanunları uygulamakla görevli bir organdır. Bu, yürütmenin (hükümet) kanuna bağlılığı, yönetilenlerle ilişkilerinde kanunun egemen olması şeklinde anlaşılan “Kanuni İdare” ilkesinin bir ifadesidir. Ancak, yasama organının yavaş işleyen yapısı, her konunun en ince ayrıntısına kadar kanunla düzenlemenin imkânsızlığı ve özellikle ekonomik-sosyal gelişmelerin başdöndürücülüğü karşısında her ülkede yürütmeye, az ya da çok bir hareket serbestisi, “takdir yetkisi” tanınmaktadır.

Yürütmenin normal dönemlerde de zaten sahip olduğu bu takdir yetkisinin, “olağanüstü haller”de çok genişlediği bilinmektedir. Olağanüstü hale yol açan tehlikeyi bertaraf etmek için yürütme, etkin hareket etmek zorundadır. Bunu ise hızlı, ani ve tek taraflı bir şekilde aldığı kararlarla yapacaktır. Bu tür kararlar, Kanun Hükmünde Kararname olarak bilinmektedir.

Kanun Hükmünde Kararname ile kanun arasında büyük farklar vardır. İlki, ikili bir terimi içerir, ancak kanundan esas ve şekil olarak büyük farklara sahiptir. Kanunun en önemli niteliği objektif kurallar içermesidir. Dolayısıyla genel, soyut ve belli bir şahsa özgülenemeyen niteliktedir. Kanun, yasama organı (Meclis) tarafından ve yasama usulüne uygun olarak çıkarılır. Kanunlar kamuoyu önünde, basın ve medya organlarının bilgisi dahilinde, topluma duyurulur ve çıkar. Dolayısıyla bir hazırlık, tartışma, eleştiri, itiraz, oylama evrelerine sahne olur. Nihayet kanunların Anayasa’ya aykırı olması veya hak ve özgürlüklerin özünü zedelemesi halinde iptali için belli bir yargısal prosedür söz konusudur. Olağanüstü hallerde yayımlanan Kanun Hükmünde Kararnameler ise en başta gizlidir. Yasama organı değil, yürütme (hükümet, başkan, Bakanlar Kurulu) tarafından çıkarılır. Kararnamenin belki en az bilinen ama en önemli özelliği ise gizli oluşudur. Hazırlık, tartışma, yayınlanma süreçleri bilinmez; dar bir grup (hükümet/Bakanlar Kurulu) dışında kimse kararlarla ilgili bir bilgiye sahip değildir.

Ancak bu yetki, yürütmeye yine de keyfi kararlar alma yetkisi vermez. Bu dönemde dahi, alınan kararların amacı kamu yararı, yürütmenin kullandığı yetkiler ise mutlak değil sınırlı, yapılan düzenlemeler ise kalıcı değil geçici nitelikte olacaktır. Bu yetkinin kötüye kullanılıp kullanılmadığı, Anayasal sınırların dışına çıkılıp çıkılmadığı, özgürlüklerin tamamen ortadan kaldırılıp kaldırılmadığı, başta yasama organı, sonra yargı eliyle denetlenecektir.

Anayasalarında OHAL’e yer vermeyen Norveç, Danimarka, Lüksemburg, İsveç ve Avusturya gibi ülkelerde, savaş ve olağanüstü durumlarında parlamento toplanamaz ise yetki işbaşındaki hükümete geçmektedir. Örneğin, Danimarka’da hükümet, Meclis’in ilk toplanabildiği zamanda onaya sunulacak anayasaya aykırı olmayan kanunlar çıkarabilme yetkisine haiz kılınmıştır. ABD’de ise, kuvvetler ayrılığı son derece sert uygulanmakta olup, yürütmeye (Başkan) kanun yapma yetkisi verilmemiştir. Ancak doktrin ve uygulama, olağanüstü hallerde Başkan’a geniş yetkiler tanımıştır. Lincoln, Wilson ve Roosvelt gibi başkanlar, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı sırasında geniş olağanüstü hal yetkileri kullanmıştır. Ancak, “dünya savaşı” yaşanan bu alt-üst oluş dönemlerinde dahi kullanılan bu yetkiler, önceden bilinen anayasal sınırlar içerisinde kalmış, kullanılan bu yetkilerin yasal sınırlar içinde kalıp kalmadığı mahkemelerce denetlenmiştir (Murat Özler, Olağanüstünün Olağanlaşması ve Kriz Hukuku, 2002). Son olarak Fransa’da 13 Kasım 2015’te kabul edilen ve 1 Kasım 2017’de uygulaması sona eren Olağanüstü Hal boyunca hükümet, 9 Kanun Hükmünde Kararname yayımlamış, bunların 6’sı Anayasa’ya aykırı bulunarak yüksek mahkemece iptal edilmiştir.

Anayasa m. 121 ve 122’nci maddelere dayalı olarak 18 ayda yayınlanan 31 Kanun Hükmünde Kararname ile, 140 bin kişi kamu görevinden atılmış, sendika, okul, hastane, üniversite vd. kurumlar kapatılmış, belediyelere kayyım atanarak başkanlarının tümü tutuklanmış ve bir buçuk yılda ülke bir özgürlüksüzlük ve belirsizlik sürecine düşmüştür.

50 bin kişinin bir defada görevden çıkarıldığı 1 Eylül 2016 tarihli 672 sayılı KHK’nin mesela toplantısının nerede, kimlerle, kaç saat süre boyunca yapıldığı, bu kararın dayanakları olan işlemleri, başta parlamento ve hiç bir yurttaş bilmemektedir. Zira Kanun Hükmünde Kararname gizlidir. Öte yandan, hükümetçe yayınlanan 31 KHK’nin hiçbiri anayasal kural gereği Resmi Gazete’de yayımlandığı gün TBMM’ye sunulmamıştır. Kanun Hükmünde Kararname’lerin bugüne kadar sadece 5’i yasama organında tartışılmış, sonuçta kanunlaşan bu 5 KHK daha sonra kanunların tabi olduğu prosedüre uygun olarak anamuhalefet partisince Anayasa Mahkemesi’ne iptali amacıyla taşınmış, ama Yüksek Mahkeme kanunlaşmış bu KHK ile ilgili dahi bugüne kadar karar vermemiştir. Hiç TBMM’ye gelmeyen 26 KHK hakkında ise Anayasa Mahkemesi daha önceden “denetim” görevini inkâr eden bir karar vermiştir.

Bir ülkenin, yasama ve yargısal denetim dışı Kanun Hükmünde Kararname’lerle yönetilmesi, keyfi bir idarenin (diktatörlük) varlığının göstergesi olduğu gibi -bu kararların gizli nitelikleri de düşünüldüğünde-, esasen bir kriz, tükeniş ve yönetememe halini açık seçik ortaya koymaktadır. 15 Temmuz’un en önemli dersi budur.