Bu hafta reddit.com’da ilginç bir karikatürle karşılaştım. Karikatürün ilk karesinde, bir ekranın önünde duran bir adam görüyoruz. Ekranda Almanya, İngiltere, Japonya ve Rusya bayrakları var. Üst yazıdaki açıklama: “Amerikan film yönetmenleri kötü karanterin hangi aksanla konuşması gerektiğine karar veriyor.” İkinci karede sadece ekrandaki görüntü değişmiş, sadece ABD bayrağı var. Açıklama da şöyle: “Amerikan film yönetmenleri iyi karakterin hangi aksanla konuşması gerektiğine karar veriyor.” Bu 2. Dünya Savaşı’nın bittiği günden beri böyle. Geçen yazıda bahsettiğim, tüm Rusları iyi gösterdiği için komünizm propagandası yapmakla suçlanan Song of Russia’yı da (1944) Hollywood yapmıştı. Ama o sırada savaş vardı ve Truman henüz başkan olmamıştı. 1945’te Roosevelt’in ölümüyle başkan olan Truman kısa sürede acayip işler yaptı: Öncelikle Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atılması emrini verdi, savaş bitince Truman Doktrini ve Marshall Yardım Planı’yla Avrupa’yı -özellikle Yunanistan ve Türkiye’yi- ‘komünizme karşı’ kanatlarının altına aldı. Amerika’da senato ve FBI eliyle komünist avını başlattı, NATO’yu kurdu, Soğuk Savaş’ı derinleştirmek için Kore Savaşı’nı uluslararası boyuta taşıdı. Yani bir ‘başgan’ 8 yıllık görev süresinde ne kadar kötülük yapabilirse hepsini yaptı.

O arada Hollywood, sinemasal anlatı sanatını en üst düzeyde propaganda sanatıyla buluşturan bir makineye dönüştü: Bilim-kurgu filmlerinde ‘ABD’nin mutlu kasabalarını istila eden uzaylılar’ı, müzikal filmlerde ABD dışındaki dünyanın ne kadar tuhaf ve yaşanmaz olduğunu, western filmlerinde ABD’nin huzurlu yaşam tarzına tehdit oluşturan her türden yabancı unsura karşı pırıl pırıl kovboyların nasıl savaşacağını izledik. Hâlâ da öyle: Ruslar, Çinliler, Japonlar kötü; İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar tuhaf; Doğu Avrupa (eski Sovyet ülkeleri) tehlikeli; dünyanın geri kalanı egzotik ama ilkel ve vahşi… Hollywood bu öykü düzenini küreselleşme sayesinde öyle derin biçimde benimsetti ki, seyirci kitleler mesela John Wick gibi aşırı derecede basit senaryolu yapımları izlerken bile filmin neden Amerikan dışı unsurlara (Ruslara) bu kadar yüklendiğini sorgulamaz hâle geldi.

Koronavirüs karantina sürecinde sinemaların kapalı olması, seyirci kitlelerin başka tür anlatılarla karşılaşma şansını arttırmış gibi görünüyor. Çevrimiçi dünyanın sunduğu seyir olanakları ya da dünyanın dört bir yanından film festivallerinin internet üzerinden ücretsiz gösterimler yapması seyircilerde tabii ki zihinsel bir devrime yol açmayacak. Ama hiç değilse farklı düşüncelere kapı açacak, başka dünyaların da mümkün olduğunu gösterecek diye umuyorum.