Millet İttifakı’nın en büyük eksiğini de bu solsuzluk oluşturuyor. Solu olmayan bir cepheyle gericiliği gerçek anlamda yenilgiye uğratmanın mümkün olmadığı tarihsel deneyimlerle biliniyor. Sol ve devrimci bir siyaset olmadan, ülkeyi yeniden aydınlanma rotasına sokmanın çok zor olduğunu bilmek gerekiyor.

Takip edenler bilir, son yıllarda sıkça vurguladığım gibi; Türkiye, yeni bir rejim inşa etmeye yönelen siyasal İslamcı bir gücün faşizan girişimi ile bu saldırıya karşı koymaya çalışan dağınık toplumsal direniş odaklarının yarattığı gerilim ikliminde sarsılıyor. Ülke, tarihsel yönünü yeniden belirleyeceği bir yol ayrımına doğru gidiyor. Bütün uzlaşma zeminlerinin hızla imha edildiği bu süreçte, bir uzlaşma ise gün geçtikçe tükeniyor. Sert bir hesaplaşmanın yaşanması kaçınılmaz görünüyor.

Türkiye, AKP’yi, İslami duyarlılıkları yüksek de olsa, merkez sağ ya da muhafazakâr bir parti sanmanın bedelini ödüyor. AKP’ye ilişkin bu yanılsamayı oluşturma utancı ve bunun vebali ise liberallerin, sol liberallerin ve dönek solcuların üzerinde asılı duruyor. Kendi yaşamlarına, tarihe, bu ülkeye ve halka ihanet etmenin bedelini ödemek bir yana; basit bir özür dileme erdemini bile gösteremeyen liberallerden bazılarının, HDP Danışma Kurulu’nda boy göstermeleri de trajik bir tablo oluşturuyor. Bu günkü cehennemin yolunu döşeyenler, fitne ateşini de yanında getiriyor. Bütün tezleri, şu çok kısa tarih dilimi içinde çökmüş ve bütün öngörüleri yaşam tarafından yanlışlanmış olanlara ne danışılacağını ise insan doğrusu merak ediyor.

Diğer taraftan, Türkiye gericiliği ne yapmak istediğini biliyor. Siyasal İslamcılar başlangıçta sinsi bir şekilde yürüttükleri programlarını artık açıkça uyguluyor. Buna karşılık, ülkenin ilerici, cumhuriyetçi, sol ve laiklikten yana güçleri bu saldırıyı karşılayacak bir cephe hattı oluşturmaya çalışıyor. Ülke 20 yılını kaybetse de böyle bir deneyimi yaşanmanın gerekli olduğu anlaşılıyor. Ülkenin, tarihsel gericilikle son bir hesaplaşmaya daha sahne olacağı açıkça görülüyor.

Geçen yüzyılda yarım bırakılan ve bu yüzyıla devredilen söz konusu hesaplaşma bitirilmeden, -ki bugün yaşadığımız sorunların temelinde bu olgu yatar- toplumun yeniden ayağa kalkması zor görünüyor. Diğer bir ifade ile dinciliğin eleştirisi tamamlanmadan toplumun yeniden geleceğe doğru bakması mümkün değildir. Bu tarihsel ve sosyolojik yasayı aklımızda tutarak belirtirsek eğer; ülkenin kritik bir kavşakta durduğunu kavramak gerekiyor. İslam’ın ortaçağının sürdüğü bir dünyada ülke ya yeniden bir aydınlanma rotasını benimseyecek ya da bir önceki çağın değerler dünyasına teslim olacaktır. AKP’nin razı olabileceği hibrit bir rejimi sürdürmenin olanağı yoktur.

CUMHURİYETÇİLER VE KÜRTLER

Türkiye’de cumhuriyetçi kesimler, en büyük demokratik muhalefet gücü olmaya devam ediyor. Bütün liberal tezlerin aksine, gericiliğin ve faşizmin karşısındaki en büyük direniş potansiyelini de yine bu toplumsal kesimler oluşturuyor. Bu bir tercih değil, nesnel olgudur, durum tespitidir.

Siyasal İslam’ın bütün hipotezleri çöktükçe, dolayısıyla yeni bir düzen kurmaktaki başarısızlığı açıkça ortaya çıktıkça; toplum kaybedeceği tarihsel kazanımların farkına varıyor. Dahası, İslamcı iktidarın, şeri bir rejim kurma takıntısı nedeniyle, ülkeyi akıl ve bilim dünyasından kopardığı, yoksulluk ve sefalet ürettiği anlaşıldıkça cumhuriyetçi-laik muhalefet havzası büyüyor. İşte bu nedenle CHP’nin öncülük ettiği Millet İttifakı ve “Altılı Masa” adı verilen platform giderek güç kazanıyor.

Tam burada başka gelişmeye daha işaret etmek gerekiyor. Cumhuriyetçi muhalefet güçleriyle Kürt siyasal hareketi ya da HDP arasındaki ilişkiler de hiç olmadığı kadar düzelmiş görünüyor. Liberallerin yarattığı tahrifatın büyük ölçüde onarıldığı anlaşılıyor. Geçen yerel seçimlerde fiilen denenen ve başarıya ulaşan işbirliği, büyük bir olanak sunuyor. Liberallerin, İslamcılık ve emperyalizmle işbirliği yapılarak Türkiye’nin demokratikleştirileceği yolundaki tezinin iflası da işleri kolaylaştırıyor. Böylece, ilerici-demokratik bir tarihsel blok oluşturmanın şartları da olgunlaşıyor.

Merkez sağ ağırlıklı bir oluşum durumundaki Millet İttifakı ve Altılı Masa, toplumun önünde bir seçenek olarak yükselse de bir dizi eksiklik barındırıyor. Eğer CHP’yi bir yana bırakırsak, bu tabloda, sol bulunmuyor. HDP ya da Kürt siyasal hareketi ise rencide edilecek ölçüde destek vermeye mecbur olan ve fakat muhatap alınmasında sakınca bulunan bir güç muamelesi görüyor. Bu nedenle, düşmanlaştırıcı bir tutumla onu iktidar ve AKP ile özdeşleştirmeden Millet İttifakı’nın etkin bir sol eleştiriye tabi tutulması zorunlu hale geliyor.

SOL İHMAL EDİLEBİLİR Mİ?

Millet İttifakı’nın en büyük eksiğini de bu solsuzluk oluşturuyor. Solu olmayan bir cepheyle gericiliği gerçek anlamda yenilgiye uğratmanın mümkün olmadığı tarihsel deneyimlerle biliniyor. Sol ve devrimci bir siyaset olmadan, ülkeyi yeniden aydınlanma rotasına sokmanın, akılcılık ve bilimin belirlediği bir kamusal düzene taşımanın çok zor olduğunu bilmek gerekiyor.

Toplumun ve ülkenin yönünün yeniden tayin edileceği bu büyük tarihsel kapışmada solun devre dışı kalmasının üç nedeni bulunuyor:

Birincisi; sol ve sosyalist hareket geniş kesimleriyle hala Kürt hareketinin ve liberalizmin vesayeti altında bulunuyor. Kimi sosyalist çevre, grup ve partilerin HDP çatısı dışında bir varlık gösterememelerinin nedeni bu durumdan kaynaklanıyor. Bu ilişkinin HDP ya da Kürt hareketine de bir yararı dokunmuyor.

İkincisi; sosyalistler, cumhuriyetçi sol kesimlerle, bu toprakların tarihsel ilerici damarıyla buluşmayı bir türlü başaramıyor. Oysa 1970’lerde de devam eden 68 devrimci yükselişinin temelini söz konusu buluşma oluşturuyordu. Ancak, sosyalist hareketin bir bölümü, liberalizmin, etnik milliyetçiliğin, hatta İslamcıların etkisiyle cumhuriyetçi ve demokratik çevreler ile ilişkilerini hâlâ yeniden düzenleyemiyor.

Üçüncüsü; ülkenin merkez ve merkez sol güçleri de sosyalist hareketi dikkate almıyor. Onları önemli bir güç olarak görmüyor. Ancak, bunu kabahati merkez ya da merkez sol güçlerde değil, sosyalistlerde bulunuyor.

Oysa Millet İttifakı gibi oluşumların soldan eleştirilmeye ihtiyacı var. Çünkü solun toplum üzerindeki, ülke seçkinleri ve karar vericileri nezdindeki entelektüel ve kültürel etkisi ya da hegemonyası –kırılmalara uğrasa da- devam ediyor. Medyada, meslek örgütleri ve sendikalarda solun inisiyatifi sürüyor. Bu durum, siyasal mücadelede akılda tutulması gereken önemli bir olgudur. Bu nedenle, Türkiye seçimlere doğru giderken, ana akım sosyalist partilerin ve bazı sosyalist grupların kurmaya çalıştığı bağımsız güç birliği önem taşıyor.

İSLAMCILAR KAYBEDECEK AMA

Türkiye’de 15-20 Temmuz darbe sürecinin yarattığı kaosu fırsata çeviren İslamcılar, Cumhuriyet’i bütünüyle imha etmeye yönelirken, dünyada daha farklı bir değişim yaşanıyordu. Batının siyasal İslam’la giriştiği kirli işbirliği, büyük bir fiyaskoyla sonuçlanıyordu. Emperyalizmin, küresel sermayenin serbest dolaşımının önündeki ulusal-seküler devletleri ve ideolojik direniş hatlarını yıkmak için başlattığı işbirliği, kendisini vuran bir silaha dönüşmüştü. Dolayısıyla, siyasal İslamcılık küresel ölçekte iflas ederken, Türkiye’de başarılı olması için bir neden bulunmuyordu. Dolayısıyla bu çelişki, Türkiye’nin sürüklendiği krizin de nedenlerinden birini oluşturdu.

Erdoğan-AKP iktidarı Cumhuriyet’i yıkmasına yıktı, ancak yeni bir kurucu iradeyi ortaya koyamadı. Buna gücü yetmedi. Bu nedenle, elindeki iktidar olanaklarıyla toplumu zorlamayı sürdürüyor. İslamcı hareket, Türkiye’nin ilerici geleneğini, aydınlanma ve modernleşme birikimini hafife aldı. Bu tutum başarısızlığının da temelini oluşturdu. İşte, bu tarihsel birikimi içerecek bir siyasal odak, dinci-faşizan bir trejim girişimini yenilgiye uğratacak tek seçenektir.

Böyle bir cephe zaten yaşamın içinde fiilen gelişiyor. Sosyalist hareket, böyle bir cephenin emekçi karakterini güçlendirecek ve daha sola çekecek (ne kadar olabiliyorsa) bir siyaset izlemelidir. Sol, abdestinden emin olmalı ve tarihin dışına düşmemelidir. Tersinin, “ruhunu kurtarma” yanılsaması dışında yaratacağı bir sonuç yoktur.