Kedi filmini belki izlemişsinizdir. İstanbul’daki binlerce kedinin hayatından ufak bir kesitte şehirli halimizle, hayata yakınlığımızın bir sentezi olan sokak hayvanlarını anlatır.

Bizde yaşayan hiç kimse sokakta kedi ya da köpek gördüğü zaman şaşırmaz. Gece bazen eve giderken bir arabanın üzerinde, bir apartmanın girişinde uyuyan tüylü arkadaşlarımızı severiz. Bazı geceler karanlıklar içinden bize havlarlar bazıları ama hiçbir zaman buna şaşırmayız. Bir şekilde hayatı benimsemişiz bir zamanlar. Şimdilerde giderek artan toplumsal nefretin bir yansıması da hayvanlara karşı davranışlarımızda kendini resmediyor bence. Araçların arkasında sürüklenenler mi dersiniz, binbir türlü kötü muameleye maruz kalanlar mı dersiniz... Canlıya, hayata ve yaşama karşı olan bu kötü örnekler de arttıkça artıyor. Ama yine de toplumca kedileri ve köpekleri genelde seviyoruz.

İstanbul’a gelen yabancıların da haliyle aklı gidiyor. Sokaklarında tasmasız yüzbinlerce hayvanı barındıran, her köşesi yaşayan bir şehir oluyor İstanbul. Tabii gün geçtikçe hayat bu pati sahibi arkadaşlarımız için daha da zorlaşıyor. Mahallemizin sevimli köpeği Tarçın bir araç altında ezilerek can veriyor. Köşedeki Lima Emlak’ın şişman kedisi de aynı şekilde... İnsan üzülüyor, arkadaşı dostunu yitirince üzülür haliyle. İnsanlık, yaşamı sevmek böyle bir şey çünkü.

kediler-kopekler-ve-uzaktan-nokta-gibi-gorunenler-642930-1.

Kadıköy’de ne güzeldir ki kediye, köpeğe sevgi bitmiyor. İnsanlar sıcak günlerde kapılarına bir kap su bırakır, yemeklerinin fazlalarını onlarla paylaşır, bu samimiyet sürsün gitsin diye. Belki de yalnız şehir hayatından bizi evrensel yaşama çeken bir kapıdır bu hayvanlar. Aynı ağaç gibi, bulut gibi ama daha tüylü, daha hareketli, daha sevimli. Bana hep yaşadığımı hatırlatır gördüğüm her hayvan, her ağaç ve her bulut.

Tabii bir de köpek görünce 10 metreden aniden koşarak yolunu değiştirenler var. Alışkanlık mıdır, travma mıdır, yabanilik midir bilemem ama zamanla en tedirgin insan bile bir hayvanı, bir bitkiyi sevebilir. Bir canı sevmekle başlar hayatı anlamak. Hepimizin ortak olduğu karbon kökenli yaşamlarımızın aslında hiçbir farkı yoktur. Kimine göre insan daha ‘yüce’ ya da ‘anlamlı’ bir canlı gibi görünebilir. Oysa ki, elimizdeki en yüce şey yok edebilme yetisidir. Biz sadece yok edebiliriz nedense. Kolay olanı bu çünkü. Bencilliğimiz ve hırsımızla gerekirse bir hayvanı, bir ağacı, bir vadiyi, bir denizi, bir ırkı bile yok edebiliriz. Oysa ki kolay işte adı üstünde. Zor olan ise sevmek ve yaşatmaktır. Evde bir bitkiyle başlar belki de bir balıkla, belki bir semenderle göz göze geliriz. Evin içine kaçan kelebeği incitmeden dışarı salmakla başlar belki de. Belki de sokaktan başlar. Size bakan hayat ve sevgiyle bakan bir çift göz, bir yeşil yaprak, bir ince gaga belki de hayatta olmanın anlamı oluverir. İnsan dışında hiçbir canlı çevresine ‘kötü gözle’ bakmaz. Hepsinin bir dili, sizinle benimle iletişim kurabildiği çok çok basit bir dili vardır. O dili, o lehçeyi görmek, duymak bazen zaman alır, bazen ise bacağınıza değen bir çift kulak ve tüylü bir kafa ile kendini belli eder.

Kadıköy iyi ki var, Kadıköylüler iyi ki varlar. Bir semtin ruhu o semtin kendini ifade ettiği sessiz bir müzik parçası gibidir. Saat 4-5 gibi mamacı teyze geliyor Kemal’in Yeri’nin önüne. Sette tüm kediler toplanmış. Kimse birbirine saldırmıyor. İnsan ve doğa uyum içinde yine. Kısa süreliğine hayat kazanıyor Kadıköy’de. Şişmanı, etlisi, boduru, korkağı, kırçılı... Hepsi bir arada.

Güneş yine ısıtmaya devam edecek şu dünyayı bilmeyiz belki kaç yıl. Neden bir arada ısınmayalım?