Hank ve Mindy’nin 1 milimetrelik bir sorunu var: Yaşadıkları ev, konutların sahip olması gereken yasal boyutu 1 milimetre aşıyor… Kent yönetimi Hank ve Mindy’ye bu sorunu gidermeleri için 10 gün mühlet veriyor. Bu süre sonunda gerekli düzeltmeler yapılmamışsa, gecikme yaşanan her gün için bin dolar ceza ödeyecekler.

Bir evin mahalledeki diğer evlerden 1 milimetre daha büyük olduğunu tespit etmek için, hepsi birbirinin aynı olan yüzlerce ev arasında o binanın bilinçli bir şekilde seçilmiş olması lazım. Evinin farklı renginden -pastel yeşil- dolayı kıskanıldığını düşünen Hank, her zerresi nanoteknolojik malzemelerle yapılmış süper evini -o kadar ileri bir teknoloji ki, evin tüm sistemlerini ‘öğrenebilen’ bir yapay zeka yönetiyor, bu yüzden ev sakinlerinin bilgisayara kötü örnek olmaması lazım. Mesela Hank belediye müfettişi Bemis’ten ‘alçak pezevenk’ diye bahsettiği için, adam kapıya her geldiğinde bilgisayar ‘Alçak Pezevenk geldi!’ diyerek bildiriyor- bir de kendisi ölçüyor lazer cetveliyle; evet, ev 1 milimetre büyük...

Hank evi inşa eden firmayla bağlantı kuruyor. Yetkili beş yaşındaki binada kesinlikle hata olamayacağını söylüyor. Ama var! Adam eğer müşteri isterse evin duvarlarını 1 milimetre sıkıştırabileceklerini belirtiyor. Ama bu sefer de evin yüksekliği 1 milimetre fazla olacağı için sıkıntı devam edecek. Belki çatıyı keserek bu durumu düzeltebilirler ama evin iç alanındaki 1 milimetrelik daralma yasalara aykırı olduğundan hiçbir şey değişmiş olmayacak.

Bu tür durumlarda yasayı çiğneyenlere kesilen cezanın oldukça büyük bir yüzdesi durumu tespit eden yetkililere ödendiği için, Müfettiş Bemis (nam-ı diğer A. P.) süre bitiminde mahalleye büyük bir keyifle geliyor. Ama o da ne?! Evin hem rengi değişmiş -diğerleri gibi olmuş- hem de 1 milimetrelik fark ortadan kalkmış! Yeşil rengin yarattığı farklılık hissinden feragat eden Hank gülüyor, “Boya siliciler sağolsun! Hoşçakal A.P.” diyerek eve giriyor.

Bilimkurgu yazarı Steve Bellinger’in 2012’de yayımladığı A Silly Millimeter adlı öykü şöyle bitiyor: “Bemis göz ucuyla pencerede sırıtan Hank’in yüzünü görebiliyordu. Bahçede dolaşıp biraz daha ölçüm yaptı. Her şey dosdoğruydu; çiçek türleri yasaldı, hatta toprağın nemi bile yasal sınırlara uygundu. Ama yine de bir şeyler yanlıştı -yani yanlış olmalıydı. Bemis bahçenin kıyısında dizüstü çöktü, çiçeklerin yapraklarını saymaya başladı. Ve gülümsedi.”

Bu keyifli öykü aslında bir distopya karikatürü; bireysel farklılıkların görünmezleştiği, temel ölçütün ‘aynılaşma’ olduğu bir dünyanın abartılı portresi… Benim için tuhaf ve rahatsız edici olan şu: Öyküyü 10 yıl önce okusam ürperir, bu kadar kuralcı bir dünyada yaşamak istemeyeceğimi söylerdim. Oysa 2017 yılının Türkiyesi’nde, hele ülke tarihi cezaevlerinde ölen hasta mahkum isimleriyle doluyken iktidar yakını bir FETÖ sanığının (makamı: İBB Başkan Damatlığı) uyku apnesi sorunundan dolayı tahliye edildiği gün okuyunca A Silly Millimeter’ın milimetrik derecede kuralcı dünyası bana neredeyse ütopya gibi görünüyor: Hiç kimsenin kafasına göre davranamadığı, yasaların ‘herkes’ için aynı şekilde işlediği bir ülke…

Seçim Yasası gibi ‘arayasa’lar bir yana, anayasanın bile pervasızca yok sayıldığı bir ülkede yaşamanın getirdiği devasa bir zorluk bu. Sonradan içişleri bakanı olacak Efkan Ala’nın başbakanlık müsteşarıyken 17-25 Aralık operasyonları döneminde BTK (Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu) yöneticisine ne söylediğini hatırlıyor musunuz: “Ya kardeşim, biz yasa yapan yeriz, gerekirse hangi yasa yapılıyorsa onu yapar, sizin yaptığınızı suç olmaktan çıkarırız. Koca yüzde 50 oy almış partinin iradesini söylüyorum ben, boş ver gerisini, siktir et affedersin, hiç önemli değil.” (t24.com, 13.03.2014)

İşte böyle; yasaları milimetrik değil kilometrik düzeyde çiğneyebilen hükümet yetkililerinin s.ktir ettiği diğer yüzde 50’nin bir parçası olunca, insan distopyalarda bile ütopik bir şeyler görmeye başlıyor...