Ahidat’ın kızı Shabam’ın kızı Malkat’ın kızı Ghadhiyat”

Bu isim sıralaması, Güney Arabistan’da bulunmuş İslam öncesi döneme ait bir mezar taşında yazıyor. Fark ettiğiniz gibi burada tamamen anneler üzerinden kurulmuş (matrilineal) bir zincir var. 2011’de basılmış Muhammad’s Grave-Death Rites and the Making of Islamic Society (Muhammed’in Mezarı-Cenaze Ritüelleri ve İslami Toplumun İnşası) adlı kitapta geçen bu anacıl soy tanımlamasına İslam sonrasında rastlanmıyor. İslam tarihi ‘Cahiliye Dönemi’ (İslam öncesi Arap toplumu) dendiğinde akla “diri diri gömülen kız çocukları”nın gelmesini sağlayacak biçimde kurulduğu için, bu tür arkeolojik bulgular hikâyedeki boşlukları, “Bana cehennem gösterildi. Halkının çoğunun kadınlar olduğunu gördüm.” diyen bir peygamberin dünya tasarımındaki sorunları daha görünür kılıyor.

Tabii mesele sadece Ortadoğu’nun, sadece 7. yüzyılın, sadece Müslümanların meselesi değil; bu hafta gösterime giren, Trump gibi birisini başkan yapabilen bir Amerika’da üretilmiş The Stakelander/Vampir Cehennemi: İstila adlı filme bakın, aynı dünya tasarımıyla karşılaşacaksınız. İnsanlığın zombi benzeri vampirler tarafından kuşatıldığı, bildiğimiz uygarlığın sona erdiği bir kıyamet ortamında geçen hikâye, tanrı tarafından kutsanmış kahraman erkeklerin dişi şeytanlara karşı mücadelesini temel dinsel motiflerle anlatıyor.

Serinin 2010 tarihli ilk filmi Stake Land/Vampir Cehennemi’nde, rahibeye tecavüz etmeye kalkışan çete mensupları gibi unsurlar yardımıyla kiliseye karşı saldırgan biçimde yükselen bir inançsızlık gösteriliyordu. Bu filmdeyse çok katı bir cinsiyetçilikle mesih-deccal kavgası gösteriliyor.

Her şeyden önce, filmin kahramanı Martin’in karısı ve kızını vampirlerin lideri olan çok güçlü bir kadın öldürüyor. Bu şeytani kadından intikam almak için kendisine ancak sembolik babası Mister’ın yardım edebileceğini bilen Martin, ‘baba’ya doğru ‘kutsal’ yolculuğu sırasında kendisine evlerini açan, yemeklerini paylaşan, yaşlı bir karı-kocayla tanışıyor. Ama gecenin bir vakti ‘anne’ Martin’e satırla saldırıyor -muhtemelen etini yemek için. Böylece ‘tanrı tarafından kutsanmış bir kurum olarak aile’nin kadın eliyle nasıl çökertildiğini bir kez daha görüyoruz.

Takip eden sahnede, herkesi vampirlerin lideri olan kadına tapmaya -anaerkil toplum/ana tanrıça kültü/deccalin sahte refah düzeni- davet eden şu radyo anonsu duyuluyor: “Kardeşlerim! Kanımızın annesi geliyor. Ona inananlar kurtulacak, kafirler ölecek. Bize katılın. Kardeşlerim! Anne’mizin suretinde bir dünya inşa ediyoruz. Artık hastalık, açlık, yorgunluk olmayacak. Kardeşlik sizi giydirecek, besleyecek, barındıracak. Anne’mizin sevgisi sınırsız… Bize katılın! Kardeşlik ona, sadece ona hizmet eder. Kardeşlerim! Kanımızın annesi geliyor!”

Bir sahnede, aile kurumunun direği olan sembolik baba Mister’in Anne’nin takipçileri tarafından tıpkı İsa gibi çarmıha gerildiğine tanık oluyoruz. Böylece baba-oğul mesihlere karşı Anne’nin deccalliği tescilleniyor.

Filmdeki kadınlar ya kötü ya da aptal; iyi olanlarsa sadece ölü kadınlar… Hem iyi hem de akıllı olan tek kadın var: Ormanda tek başına büyümüş, vahşi ve bakire genç kız… Mister’ın Lady adını verdiği -Mary de olabilirdi- bu genç kızın sembolik düzeyde nereye denk düştüğü de belli: Bir sahnede kapının bir yanında haç, diğer yanında bir unicorn (tek boynuzlu at) resmi görürüz -1495 tarihli The Unicorn in Captivity (Esir Tek Boynuzlu At). Antik çağda genellikle doğurganlık ve evlilik sembolü olarak görülen unicorn, saflığı ve ancak bir bakire tarafından yakalanabileceği söylencesi nedeniyle sonradan İsa’nın ve yeniden dirilişinin sembolüne dönüşür. Yani o kız Mister/tanrı/baba tarafından kutsandığı için iyidir.

Bugün kadının neredeyse sadece mezar taşında adı var, ama anacıl biçimde değil; böyle en ilkelinden kadın düşmanı hikâyelerin hâlâ anlatıldığı, en erilinden şiddet üzerine kurulu doktrinlerin bireysel ve kitlesel terör uyguladığı bir çağda, ‘X erkeğin kızı’, ‘Y erkeğin karısı, ‘Z erkeğin kurbanı’ olarak...