İslami çevrelerin, genellikle Bakara suresi 216. ayete dayandırdıkları “Her şerde bir hayır vardır” sözü, aynı zamanda diyalektik bir ilişkiyi ifade eder. Kötülükten iyilik doğurmak da, iyilikten kötülük doğurmak da mümkündür; ağırlığınızı hangisinden yana koyacağınıza, ne tarafa çekeceğinize bağlı olarak!  Hatta, bir tarafa çekiştirmeyip kendi başına bıraksanız, belki iyilik galip gelir!   Kızgın demir, söz gelimi; […]

İslami çevrelerin, genellikle Bakara suresi 216. ayete dayandırdıkları “Her şerde bir hayır vardır” sözü, aynı zamanda diyalektik bir ilişkiyi ifade eder. Kötülükten iyilik doğurmak da, iyilikten kötülük doğurmak da mümkündür; ağırlığınızı hangisinden yana koyacağınıza, ne tarafa çekeceğinize bağlı olarak!

 Hatta, bir tarafa çekiştirmeyip kendi başına bıraksanız, belki iyilik galip gelir!  

Kızgın demir, söz gelimi; altındaki ateşi harlayıp durmazsanız, ateşten alıp öylece bıraksanız, kendi kendine soğur.

 Kılıçdaroğlu’nun Akkuzulu köyünde karşı karşıya kaldığı linç girişimi, içinden demiri soğutmaya dönük “hayır” çıkarılacak bir “şer” olabilirdi. 

Ama, fakat, aslında…” demeden herkes saldırıya karşı çıkabilir; son derece sıradan insani bir davranış olarak “geçmiş olsun” dileğinde bulunabilirdi. 

Birçok parti lideri bunu yaptı; Saadet Partisi, İyi Parti, Demokrat Parti liderleri Kılıçdaroğlu’nu ziyaret etiler. Sağdan soldan pek çok parti “geçmiş olsun” dileklerini ilettiler. 

Demiri soğutmak için bir fırsattı!

 Ancak, demiri soğutma zamanı diyen Erdoğan, aradan 24 saat geçtikten sonra attığı tweetin ardından, ilan ettiği zamana ters mesajlar verdi.

 Kılıçdaroğlu’na geçmiş olsun telefonu açıp açmayacağı sorusuna; “Şehit cenazesine giderken dikkat etmemiz gerekir. Ben şehit evi ziyaretine sorarak gidiyorum. Bunları istismara dönüştürmemize gerek yok. Burada bir gaz sıkışması var. Yorumumu yaptım, daha neden arayayım?” 

“… daha neden arayayım?” 

Sıkışan gazın boşalmasını sağlayacak bir kanal açmak için olabilirdi ya da kızgın demiri soğutucu bir adım atmak için! 

Ne yazık ki, yazacakları her cümle için iktidarın ağzına bakan gazeteler de, saldırının hemen ardından attıkları manşetlerde, bir “şer”le karşı karşıya olduklarının farkında ama nasıl tepki vereceklerine dair bir işaret almamış olmanın boşluğuyla; “Kılıçdaroğlu’na saldırı”, “Şehit cenazesinde Kılıçdaroglu’na saldırı”, “Şehide saygı bu olamaz” gibi ortadan manşetler attılar. 

Ancak, sonradan aldıkları işaretin etkisiyle olsa gerek, 23 ve 24 Nisan manşet ve haber başlıkları Kılıçdaroğlu’nu suçlar hale geldi: “Halk terör uzantısı ile ittifakı hazmedemiyor”, “Kontrollü tahrik”; “Kamufle olarak gelmiş”, “Tahrik etme CHP”, “CHP’nin bu filmini daha önce de izledik”, “Boşuna uğraşmayın örgüt yok”, “Şiddete karşı ikiyüzlü duruş”, “Şehit yakınlarından davacı”.

 Bazı televizyonlarda şehit babasının; “Cenazeme herkes gelebilir” dediğini duymuştuk ama bu manşetleri atanlara bakarsanız, Kılıçdaroğlu ailenin “gelme demesine karşın” gitmiş, Emniyeti bilgilendirmeden giderek ortalığı karıştırmıştı!

 Her cümlesi için iktidar ağzına bakan medya, demiri soğutmak için fırsata dönüşebilecek bir olayı demirin altındaki ateşi harlamak için kullanıyor.

 Üyesi olmaktan, uzun süre yöneticiliğini ve bir dönem de başkanlığını yapmaktan onur duyduğum Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) olayın ardından; “Medya toplumsal nefretin körüğü olmamalıdır!” başlıklı bir açıklama yaparak; “Tek amacı hakaret etmek ve asılsız haberlerle hedef göstermek olan ve tüm bu yollar nedeniyle güvenini neredeyse tamamen kaybeden medya kuruluşlarında çalışan basın emekçisi meslektaşlarımıza sesleniyoruz: Meslek ahlakını ayaklar altına alan bu tür yazılara imza atmayın!” çağrısı yaptı.

 Böyle çağrılar yapan meslek örgütlerinin olması önemli; ancak kızgın demiri soğutan yayınlar yapacak, sadece gerçeğe bağlı kalıp doğrunun peşinden koşacak, halkın haber alma hakkının teminatı olacak medyayı nasıl çoğaltıp yaygınlaştıracağımızı da (M. Pekdemir’in bir kent televizyonu önerisi oldu) tartışmak gerek.