Yarın 50. yılı Kızıldere katliamının. Yarım asır yani!

20’li yaşlarında yazmıştı Mahir, binlerce insanı peşinden sürükleyecek düşüncelerini. 20’li yaşlarında da ölüme gitti o düşünceler peşinde. Çanakkale’nin “15’liler”ini düşünürseniz epey ileri bir yaş, bugün benim yaşımdan bakınca geriye, “çocuk” daha.

Onlar” bir yönüyle de hep çocuk kaldılar: Kirlenmemiş, masum, iyi, güzel… Ve cesur. Kendilerinden vazgeçecek kadar da fedakâr!

Emperyalizmin III. Bunalım Dönemi’nden söz ederken; ABD emperyalizminin II. Paylaşım Savaşı’ndan en az yıpranmış olarak ve en fazla kârla çıktığını, emperyalist kapitalist ülke ekonomilerini hegemonyası altına aldığını ve emperyalist blokun jandarmalığını üstlendiğini 20’li yaşlarında yazdı Mahir.

Şimdi, Ukrayna toprakları üzerinde yaşanan Rusya-ABD/NATO çatışması bir nükleer savaşa evrilir mi diye yürekleri ağza getiriyor ya, o bundan 50 yıl kadar önce; “Nükleer vurucu güçlerin dünya çapında erişmiş olduğu seviye ve esas tayin edici olarak da, dev dünya sosyalist bloğunun varlığı, emperyalistler arası had safhaya ulaşmış uzlaşmaz çelişkilerin ekonomik plandan askeri plana sıçramasına engel olmaktadır” diyor ve “Bir yandan çelişkiler keskinleşip derinleşirken öte yandan da entegrasyona gidilmektedir” diye de ekliyordu.

Tam da bu nedenle, “çelişkilerini geçici olarak savaşla çözemedikleri için”, kapitalizmin krizinin en öldürücü aşamasına gelindiğini söylüyordu.

Hafta sonunda, ABD Başkanı Biden; “Kasap” dediği Putin hakkında “Allah aşkına bu adam iktidarda kalamaz” diye hüküm vermesinin üzerinden 24 saat geçmeden, gazetecilerin “Putin’in gitmesi, Rusya’da bir rejim değişikliği çağrısı mı yapıyorsunuz?” sorusuna keskin bir U-dönüşüyle “HAYIR” diye cevap verdi.

Bu nükleer savaş tehdidinin de bir şekilde sona ermesine ve Biden’la Putin’inişlerine” devam etmelerine Mahir şaşırmazdı herhalde.

Son yıllarda, pandeminin ardından ve Ukrayna’nın üzerine tahlil yapan Mahir’in dedesi yaşındaki pek çok bilim insanı da onun 20’li yaşlarında söylediği gibi kapitalizmin ölümcül aşamasına geldiğini ve tek çıkışın “devrim” olduğunu söylüyorlar.

Kızıldere’den bugünlere ya da bugünlerden Kızıldere’ye bakarken, galiba her şeyden çok kavramamız gereken 68 kuşağının; Mahirlerin, Denizlerin, İbolarındeğerler”i olsa gerek!

2014’ün 6 Mayıs’ında, bu köşede, “6 Mayıs’ta Mahir’i anmak!” diye bir yazı yazmış, birleşik bir muhalefet hareketi yaratamamaktan yakınmış, Mahirler’in “onlar başka örgüt” demeden Denizler için bir ölüm yolculuğuna çıktığını anımsatmış ve “Aynı sömürüsüz dünyanın hayalini kuran devrimciler, örgüt şovenizmine, benmerkezciliğe itibar etmeden ölümüne bir ‘birlik’ gerçekleştiriyorlar. 6 Mayıs’ta Mahirleri anmak, bugün ortak bir mücadeleyi örmenin önüne armudun sapı ve üzümün çöpünü çıkarmamak açısından önemli. Hem Mahirleri hem Denizleri anmaksa, hiçbir koşulda yılgınlığa kapılmamak açısından!”, demiştim.

Mahirlerden bu yana o kadar çok öldü ki devrimciler… Hep 20’li yaşlarında!

Lakin bir damla yolsuzluk, bir küçücük çalma çırpma yok ölenlerden bize kalan. Hele yılgınlık, o hiç yok! O genç ve çok ölüler, çokça cesaret, kararlılık, vakar, bir de ‘ölümüne birlikte olabilme’yi bıraktılar arkalarında. Biraz daha uzun yaşıyorsak eğer, bu mirasa da sahip çıkmak gerek!” diye bitirmiştim o yazıyı.

Ölümler, ölüm yıldönümleri, anmalar… Onların hep canlı tuttuğu şey, devrimciliğin iyiliğin cisimleşmiş hali olduğudur!

Savaşa karşı barıştan yana olmak, illa savaşacaksak açlığa, yoksulluğa, adaletsizliğe karşı savaşmak… Bir başka dünya için savaşmak. Ölümsüz olan da bu!