Bin dokuz yetmiş altıda, o küçük şehrin ikinci beş katlı binası olarak yükselmişti göğe bizim oturduğumuz bina, gökdelen gibiydi. Mimarı Haydar Usta’ydı, sıvacısı Nurettin Usta. Duvarlarını eline aldığı uzun mavi bir hortumla kısacık Bawa Duzali sulamıştı. O binanın ikinci katındaydık, akasya ağaçları henüz şehrin caddelerinden sökülmemişti, yeşil dalları balkondan içeri giriyordu.

Bir miting sonrası genç devrimciler bizim balkonun altına gelmiş, evimizi işaret ederek, “Devrimden sona aha burası benimdir”, “Üstü de benim.” Annem balkona koştu hemen, “Astıkê piyê sımana.!” (Sizin babanızın kemiklerine!)

Bizim o toplumun komünizm algısı en çok Sovyetler Birliği’ydi, sınırı uzak değildi, Erivan radyosu cızırdayarak tanıdık ezgiler çalıyor, bu yasaklanmış dil ve türlü sesler için özgürlük demekti. Deniz bir kaç yıl evvel idam edilmiş, Mahir Kızıldere’de vurulmuş, Vartinik’ten kurtulan İbo, işkencedeki direnişiyle anılıyordu, komünizm biraz da canını ortaya koyan bu isimlerdi.
Lisede boykot oldu bir gün, birinci beş katlı binada oturan bir polis vardı. Halk lisenin etrafını çevirmiş, polis çocukları dövmesin, alıp götürmesin diye toplaşmıştı.

O binanın bir dairesinde oturan bir karı koca liseye desteğe gitmiş, gözaltına alınmışlar tabii, küçücük çocukları evde aç ve ağlayıp duruyor. Polisin karısı o çocuklara yemek pişirip götürmüş, bizimkiler yıllar da geçse o olayı anlattılar, “O kadın, o çocuklara nasıl baktı, hem polis karısı hem yabancıydı, çocukların annesi babası da içerdeydi üstelik helal olsun o kadına.”

Tabii komünizm biraz da Türkiye İşçi Partisi’ydi, Behice Boran’ın radyo konuşması, 6. Filo’ya karşı direniş anılarıydı, dağlarda tek tük gözükmeye başlayan isyancı örgütlerdi, Tekoşin’den Ukoculara, Halkın Kurtuluşu’ndan İboculara kadar değişik renkte komünist örgütler ortaya çıkmıştı, bu fraksiyonlar öyle güçlenmişti ki, köylülerin dağlardan topladıkları boş kovanları askerlere göstererek “Qomutan hele bax, bunlar sizin çocuklarındır, bizimkilerindir?”

Şehrin zengini fakiri, köylüsü kentlisi komünist olmuş ama seçimleri tek bir defa komünistler kazanamamış, belediye ve parlamento seçimlerini hep CHP almıştı. Aslan Bora o zamanların ünlü senatörüydü, Kemal Burkay ilk avukatlardan ve İşçi Partisi’ni köylere götüren adamdı. 12 Mart’ta aldılar onu Ankara’ya götürdüler, yaşlılar arkasından, “Cık cık, o artık bir daha gelmez” dedi.

Sonra on iki eylül ve komünizmin önce doğu Avrupa’da, sonra Sovyetler Birliği’nde art arda çöküşü geldi, dünya sanki komünizme birikmiş nefretini kusmaya başladı, bizimkiler bu tabloya pek aldırış etmediler, yine en solcu onlardı, Anayasa’ya hayır oyunu en çok verenlerdiler mesela.

O yıkılıştan otuz sene sonra, geçen yılın bahar ayında komünistler nihayet belediyeyi kazandılar, cüretleri şapka çıkarmaya değerdi, tek ülkede denenmişti de, tek şehirde ilk kez denenecekti, dünyaya da bir haller oldu o yıl. Amerika’daki anketlere göre yaşlı kuşağın yüzde yetmişi, gençlerin ise altmış dördü komünist adaya destek verecekmiş.

Komünizm galiba bu defa gerçekten yükseliyordu, nefretin yerini sempati almıştı ama bu defa da belediyenin gelirlerine el koydular, önceki dönemden birikmiş borçları tahsil etmek bahanesiyle. Bakalım neler görecek daha komünizm, başına neler gelecek, o küçücük şehirde ve koskoca dünyada.