Büyük bir kayanın altında kurulmuş mezradaki kadimden beri çobanın adı Uso Qaraz, elleri yemyeşil damarlı, bir gözü körmüş. Yazın, gündüz yüksek dağlarda, serin yaylalarda, keçilerin önünden seğirtirmiş, gece yarasa gibi tam kör, kelebek gibi sarhoşmuş. Köyde, dört taştan fakir eve ait, yüzden az hayvanın yaz-kış bakıcılığını yapan Uso Qaraz, bir tarihlerde köye gelen yabancıların bir tarih gezisine eşlik etmiş. Köyde patlayan dedikodulara göre, yabancılar Hermenilerden kalan hazineleri arıyormuş. Turistler, günü gelip ayrıldıklarında, dağ-taş, mığara-dere demeden kendilerini gezdiren Uso’nun eline, biraz mark, bir de şip-şak çektikleri bir fotrafını tutuşturuvermiş. Uso o günden sonra, fotrafı çekilmiş adamım, deyip gururla dolaşmış durmuş.

Sonra insanlar, ekranında hareket eden hayvanları, insanları, ağaçları, ormanları, suları, denizleriyle, bir gün televizyon görmüş. Ses ve görüntünün her an aktığı bir yepyeni dünyayla tanışan köylüler şaşkınlıktan az daha küçük dilini yutacakmış. Ekranda oynayan filmde çıkan yangını söndürmek için bir kova suyu başına dökeni mi dersin, spikere ayıp olmasın deyip takım elbiseyle karşısına geçeni mi dersin, yaşanmış-yaşanmamış hikâyeler, gerçek-uydurma fark etmez gırlaymış. Herkesin çevresinde, televizyona çıkmış insanım, deyip kibirlenen biri mutlaka varmış.

Bundan yaklaşık kırk beş yıl evvel, devrimci kitaplar, dergiler, sesler, renkler memlekete yaygınca girmiş, bir yandan iktidara, bir yandan da kadın erkeğe karşı eşit olmak için mücadeleye başlamış. Yetmişlerin ortalarında, devrimci kadının fistanı, şalvarı bir kenara fırlatıp kot pantolon giydiğine, köylüler ilk defa şahit olmuş. O esmer, genç, militan, cesur kadın devrimcilerin kuşağından biri, bu satırların o zamanlar bir çocuk olan yazarının kulağına -her gün düzenli olarak- propaganda marşları fısıldarken, sesinde bir büyük zevkle, ayıptır söylemesi, bu memlekette ilk kot giymiş kadınım, deyivermiş.



On iki eylül gelip çatıp, yüzlerce insanı katledip, yüz binleri işkenceden geçirtip, öldürtüp, sakat bırakırken, yerin altında kurulu, siyah camlı, karanlık, küçücük sorgu odalarında, kalorifer peteğine, tavandaki askıya, tuvaletteki boruya bağlanan susmuş el kadar çocuklar varmış. İhanet, korkaklık, teslimiyet, bin kere pişmanlık derken, hiç boyun eğmeyen, eyleme gider gibi işkenceye gidenler de yazılmış. Evler sessiz, ana-babalar suskun, insanlar gölgelerinden bile kaçarken, canlı-cansız tekmil dünya ıpıssız, her yer mezarlık gibi ürkünçken, idamla yargılanan ve içeride büyüyen Nevzat adlı bir çocuk-şair, -genç bir otobiyografi’de- seksende birinci şubede sorguladılar beni, övünmek gibi olmasın ama tek laf demeden, keyifli bir ıslıkla çıktım işkenceden, diye yazmış.

Gezi günlerinde, gaz ve bomba sağanağında, sıra sıra barikatlar arkasında, ulu bir meydanın serin ağaçlarının altında, kızlı erkekli, genç yaşlı, hepsi gülen insanlar varmış. Irkları, renkleri, dilleri, dinleri, mezhepleri, saçı, başı, boyu, posu, aksanı farklı bu milyonlarca insan -tarih yazdıklarını pek de bilmeden-, o yaz aylarında tarih yapmış. İnsanlar en çok Taksim Gezi parkından, çadırın içinden, barikatın önünden, hotelin lobisinden, telefon kameralarıyla fotraflar, videolar paylaşmış. Gezi daha bitmeden, gaz fişeklerinin gümbürtüsü, ciğeri yakan gazın kokusu şehirlerin üstünde dolaşırken, Gezi’ye katılmış kadınım-adamım, Gezi’de dövüşmüş yeni kuşaktanım, diyenler çok görülmüş.

Memleket bir diktatörün tam egemenliğine girip, kurumlar ve kurullar bir boş gövde gibi gümbürtüyle devrilip gidince, malum diktatörün başından beri ilk hedefi kendisine eyvallah etmeyen sermayedarlar ve basınmış. Bunlardan birine kesilen para, vergi, ekran karartma, ilan ve ihale yasakları en sonunda gına getirmiş. Memleketin ünlü işadamı dayanamamış bir gün, sen Kasımpaşalıysan ben de Kelkitliyim, deyip diktatöre birden kafa tutmuş, sonra yine birdenbire boyun bükmüş.

Memleketi Ortaçağ’a çevirmiş, herkesi kincileştirmeye yemin etmiş, şehirleri insansız, parlamentoyu muhalefetsiz, Kürtleri nefessiz, Suriye’yi canavarlarla donatmış, kendi başbakanını bile devirmiş meşhur zat bir gün birdenbire, tüm dünyaya kafa tutuyorsam ümmet sayesinde, deyivermiş. Kötülüğe böyle bir övgü görülmemiş.